Custom Search

BİLİŞİM TERİMLERİ ile “TÜRKÇE” ÜZERİNE

20 Ocak 2013

Türkiye Bilişim Derneği tartışı ortamındaki bir konu, “Türkçe  konuşan bir toplulukla yazışırken İngilizce kullanmanın anlamlı olup  olmadığı”ydı. Yazışmalar sırasında tartışıya katılanlardan bir sayın üyenin “elmek”  sözcüğünü kullandığını görünce merak ettim ve çevremdeki arkadaşlara sordum. “Elmek”,  “elektronik mektup” anlamına geliyormuş ve şu anki Türk Dil Kurumu’nca  (Atatürk’ün Türk Dil Kurumu değil) Türkçe terim olarak kullanılması  öngörülüyormuş!

              Önce kısa bir yanıt görüşü yazarak “…Elektronik Fransızca, mektup  da Arapça olduğuna göre, Fransızcayla Arapçayı kısaltıp birbirine ekleyince  Türkçe mi oluyor.?” diye sordum. Sonra hızımı alamadım, kendi kafamdan bir söz  uydurup bir soru daha sordum. “…Hidrolik/Hydrolic terimiyle münakalat terimini  kısaltıp ekleyince “hidmun” olur. Şimdi acaba akışkan ortamda iletilen nesne  anlamında yeni bir Türkçe terim icat etmiş olur muyum… ?! Baktım ki sağdan  soldan destek ve yergi yazıları gelmeye başladı. Bunun üzerine bir yazı daha  yazdım ve okuyanları “elmek” sözünün anlamsızlığı üzerinde düşünceye  yönlendirmek amacıyla abuk sabuk yeni sözler uydurdum. Ana dili Türkçe olan 55  yaşında ben, “Türkçe” terim yaratmak uğruna kendimi paralarken, bakın ortaya  neler çıktı :

         Al sana “Türkçe” ( ! ) :

         ELMEK (elektronik + mektup [Fransızca + Arapça]) “Türkçe” terim olarak  öneriliyorsa ben de öneriyorum :

         YELLENMEK (yellen + mektup [Türkçe + Arapça]) Havadan iletilen yazı.

          HİDMUN (hidrolik + münakalat [İngilizce + Arapça]) Akışkan ortamda iletilen  nesne.

         MANTAR (manual + tarife [İngilizce + Arapça]) Elle yapılan listeleme.

         DESTUR (design + turquoise [İngilizce + Fransızca] Türk işi (Türk  tarzı) tasarım.

         MOTHAF (mother + hafıza [İngilizce + Arapça) Ana bellek

         SOLHAF (solar + hafıza [İngilizce + Arapça]) Güneş enerjisiyle çalışan  bellek.

         SOLBEK (solar + bekçi [İngilizce + Türkçe]) Güneş enerjisiyle çalışan  belleğin koruma devresi.

         MEZE (mechanical + zelzele [İngilizce + Arapça]) Yapay ortamda deprem  test aygıtı.

         RAKI (random + kışkırtma [İngilizce + Türkçe]) Şu anda benim yapmakta  olduğum kışkırtma.

          Şimdi dikkat edilmesi gereken çok önemli bir nokta var. Türkçe terim  olarak kullanılmak üzere yeni öneriler yapılmasına karşı değilim. Benim karşı  olduğum “elmek” gibi saçmalıkların Türkçe terim olarak önerilmekte olmasıdır.

         Dikkat edilecek olursa, bu konudaki derdimi anlatırken “…Yazdığım bu  uydurma terimler de acaba ELMEK gibi bilişim terimleri arasında kullanılmak  üzere uzmanlarca önerilecek mi..?” biçiminde yazıyorum. “…Tahrir ettiğim” diye  başlayıp “…mütehassıslar tarafından tavsiye edilecek mi?” diye bitirmiyorum.

         Ülkemizde, aydınlığa, bilime ve ilerlemeye karşı olan çevrelerin sıkça  karşı çıktığı konulardan biri, Osmanlıca sözcüklerin Türkçe karşılıklarının  bulunabilmesi çabasıdır. Üstelik bu çabaları gülünç gösterebilmek amacıyla ve  sanki (Atatürk’ün) Türk Dil Kurumu öneriyormuş gibi bir kışkırtma altında “Gök  Konuksal Avrat” (hostes), “Ulusal Düttürü” (Ulusal Marş) gibi tuhaflıklar  kamuoyuna duyurulmuş ve (Atatürk’ün) Türk Dil Kurumu’nun çabaları karalanmak  istenmiştir. (Atatürk’ün) Türk Dil Kurumu’nun çabaları olmasaydı, biz  “bilgisayar” yerine “komputer”-“kompütür”-“kompiter” gibi sözler yazıp  kullanacak bunun nasıl yazılması gerektiğini tartışıyor olacaktık. (Bakınız;  bugünkü TDK’den Hasan Eren, “İnternet mi, internet mi, Internet mi, ınternet  mi?”) “İnternet”in Türkçesi “Genelağ”ı kullanmak ve bunu yaygınlaştırmak için  çalışmak varken…

         Daha da  üzücü bir örnek vermek gerekirse bugün “…bir üçgenin alanı, kenarlarından  biriyle o kenarının yüksekliğinin çarpımının yarısına eşittir.” yazabilenler,  “..Bir müsellesin mesaha-i sathiyesi, dıllarından biri ile mezkur dılına ait  irtifaının hasılı zarbının nısfına müsavidir.” Yazıp söylemeyi ve anlamayı  becerebilecekler miydi.? Yine dikkat edilecek olursa ana dili Türkçe olan, “55”  yaşındaki ben, “…üzücü bir örnek vermek gerekirse” diyorum. “…müessif bir misal  arz etmek iktiza ederse” demiyorum. Bu aşamaya sizce nasıl gelindi ? Yaşayan  Türkçe düşüncesiyle mi?

          Ana Dil Etkilenir mi? Etkilenmeli mi ?

         Türkçe okuma yazma bilen ve 2001 yılında yaşayan birisinin,  anlatılanları anlam ile içerik olarak rahatça anlayabildiği kanısındayım. “Anlam  ile içerik” yazıyorum, “Mana ve muhteva” yazmıyorum. Niye? Çünkü TDK’nin  çabaları başta olmak üzere önerilmiş olan bir çok terim, kamuoyunca benimsenerek  gündelik kullanım dilimize girebilmiş de ondan. .

             Öte yandan, dikkate alınması gereken bir başka olgu var : Dünya her  geçen gün biraz daha küçülüyor. Eskiden, dünyanın çeşitli yörelerinde kendi  kabuğu içinde yaşayan insan toplulukları, bugün gelişen iletişim olanaklarını  kullanarak birbirlerini duyabiliyorlar, görebiliyorlar. “Kendi kabuğu içinde  gelişen kültür”ler, her geçen gün öbür kültürlerin etkisi altında kalıyor. Kabuk  kırılmasa bile çatlaklar sızdırıyor.

         Adına “Osmanlıca” denen dil, Türkçe temel yapısı içinde Arapça, Farsça  ve sonraları Fransızca sözcükleri içeren bir “kültür”. Öyle bir “kültür” ki  Osmanlıca yazılmış bir yazıyı, Arap da İranlı da Fransız da Türk de anlamıyor.  Ayrıca Cumhuriyet öncesi yazılan ve konuşulan “Osmanlıca”nın Anadolu’da ne kadar  kullanıldığı, sıradan yurttaşça ne kadar anlaşılabildiği, daha doğrusu  anlaşılamadığı da belli.

         1920’li yılların sonlarında, Cumhuriyet Hükümeti’nce başlatılıp kesin  olarak korunan “Dil Devrimi”nin kısa sürede başarıya ulaşmasının arkasında, bu  konuda çaba gösterenlerin akıllı ve özverili mücadeleleri kadar “Osmanlıca”nın  anlaşılmaz, çapraşık ve eklemli yapısının da etkisi olmuştur diye düşünüyorum.  Osmanlıca, çağdaş değerler karşısında ayakta duramadı, ömrünü tamamlayarak  yerini Türkçeye bıraktı. Olay budur. Bu nedenle, “Milli kültürümüz“, “Türk  Milleti’nin kullandığı Milli Dil” gibi Osmanlı’ya özenen söylemler de gerçeği  yansıtmıyor. Bakar mısınız; otomobil, televizyon, telefon, radyo, video,  dekoder, teyp gibi terimler, gelişen teknolojinin kaçınılmaz baskısıyla gelmiş  Türkçe’ye yerleşmiş.

         Ortaya şöyle bir sonuç çıkıyor:

        1. Osmanlıca ömrünü tamamladı. Yerini “bugün kullanmakta olduğumuz”  Türkçeye bıraktı.

        2. “Bugün kullanmakta olduğumuz” Türkçeyse;

        2.1. Geçmişten kalan Osmanlıca terim ve sözlerin yerleşmiş ve genel  kabul görmüş olanlarını,

        2.2. Dil Devrimi sonrası Osmanlıca’dan Türkçe’ye dönüşüm süreci içinde  önerilen ve yine genel kabul görerek kullanılır duruma gelen (ve adına Öz Türkçe  denen) yeni sözcükleri,

         2.3. Giderek “küçülen” dünyanın gün geçtikçe artan teknolojik  gelişmelerinin bombardımanı altında seçeneksiz kalındığı için kendiliğinden  gelip yerleşen Batı kökenli terimleri,

bir  arada, iç içe kullanan bir dil durumuna geldi.

             Bu üç bölümlemenin ;

Birincisine örnek : “Bankanız nezdindeki hesap”, “Mülkiyet hukuku”, “Hakim”,  “Muhasebe evrakı”… gibi kullanımı sürdürülen “kelime”ler ve “tarif”ler.

         İkincisine örnek : “Mektep” yerine “okul”, “müselles” yerine “üçgen”,  “Divan-ı Muhasebat” yerine “Sayıştay”, “şakuli” yerine “düşey”, “amudi” yerine  “dikey”… gibi benimsenen ve gündelik olarak kullanılan “sözcük”ler ve  “tanım”lar.

         Üçüncüsüne örnek : “Example”, “Audio”, “Video” (zaman zaman Odyo ve  Vidyo), “Faks”, “Taksi” (zaman zaman fax ve taxi -üstelik taxsi) gibi “word”ler.

         Son 75 yıl içinde yaşadığımız bunca gelişim, dönüşüm, etkileşim  süreçleri içinde ; niçin kimi sözcükler her şeye karşın varlığını koruyor? Büyük  Millet Meclisi deniliyor. Atatürk’ün önerdiği “Kamutay” niçin kullanılmıyor?  Niçin kimi sözcükler Osmanlıca’yı gömdü, geldi Türkçe’ye yerleşti? Sayıştay  kullanılıyor. Divan-ı Muhasebat kalktı. Niçin kimi sözcükler kültür etkileşimine  karşın benimsendi? Bilgisayar “computer”i ezdi geçti. Niçin bize sunulan her  yeni ürünü, her yeni teknolojiyi, duyduğumuz gibi alıyoruz? Video, teyp,  televizyon, radyo…

         Bu soruların yanıtı Atatürk’ün şu sözlerinin içinde :

“Türk  dili varsıl (zengin), geniş bir dildir. Bütün kavramları anlatma yeteneği  vardır. Yalnız, onun bütün varlıklarını aramak, bulmak, toplamak, onlar üzerinde  işlemek gereklidir. Öyle istiyorum ki Türk dili bilimsel yöntemlerle kurallarını  ortaya koysun. Bütün dallarda yazı yazanlar bütün terimleriyle çoğunluğun  anlayabileceği, güzel uyumlu dilimizi kullansınlar.”

“Türk  demek dil demektir. Ulus olmanın en belirgin niteliklerinden biri dildir. Türk  ulusundanım diyen insanlar her şeyden önce ve kesinlikle Türkçe konuşmalıdır.”

“Başka  dillerdeki her bir sözcüğe karşılık olarak dilimizde en az bir sözcük bulmak ya  da türetmek gerekir. Bu sözcükler kamuoyuna sunulmalı, böylece, yaygınlaşıp  yerleşmesi sağlanmalıdır.”

“Türk  dilinin özleştirilmesi, varsıllaştırılması (zenginleştirilmesi) ve kamuoyuna  bunların benimsetilmesi için bütün yayın araçlarından yararlanmalıyız. Her  aydın, hangi konuda olursa olsun, yazarken buna dikkat edebilmeli, konuşma  dilimiziyse uyumlu, güzel bir duruma getirmeliyiz.”

“Türk  dilinin kendi benliğine, özündeki güzellik ve varsıllığına (zenginliğine)  kavuşması için, bütün devlet kurumlarımızın, dikkatli, ilgili olması başkoşuldur.”

         Son Söz :

         “Dil“le “oynanamaz”. Dil, çağdaş ve tutarlı amaçlar doğrultusunda  “budanabilir”, “aşılanabilir”. Budanmalı ve aşılanmalıdır. Yeni terimler  önerilebilir ancak bunlar önerilmeden önce üzerinde düşünülmeli, tutarlılığı,  önerenlerce sınanmalıdır. Her önüne gelen, her aklına geleni önerip “ya tutarsa”  diye kullanmaya kalkışırsa bundan önce “Türkçe” zarar görür.

          Teknoloji ve kültür bombardımanı yoksayılamaz çünkü vardır ve  olacaktır. En iyisi, bütün dünyanın kullanmak için can atacağı yeni  teknolojileri ve ürünleri bizim üretmemiz; bunların adlarını da Türkçe  koymamızdır. Bu durumda öbür ülkeler bizim Türkçe terimleri kendi dillerinde  nasıl uyarlayacaklarını tartışsınlar. Biz işimize bakalım! Ancak bunu daha  gerçekleştiremiyorsak da “Başka dillerdeki her bir sözcüğe karşılık olarak  dilimizde en az bir sözcük bulmak ya da türetmek gerekir. Bu sözcükler kamuoyuna  sunulmalı, böylece, yaygınlaşıp yerleşmesi sağlanmalıdır.”

Ahmet Sönmez

Türkbilim

Etiketler:

Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış.