Custom Search

Değindiği Toprağı Yurtlaştıran Dil: Türk Dili

17 Ocak 2013

“Bugünkü Türkiye Türkçesi, bir yandan Türklerin Anadolu’ya gelmeden önce yaşadıkları topraklardaki kültür birikimlerinin, bir yandan Anadolu’da gelişip aşağı yukarı 800 yılı geride bırakan bir yazı dilinin kavramlarım içeren, bir yandan da geniş örgütlü, üç kıtaya yerleşmiş bir imparatorluk olarak değişik kültürlerle ilişki kurmuş bir toplumun dilini yansıtan çok zengin bir kavramlar dünyasına sahiptir. Bilindiği gibi her ulusun dili, onun yaşadığı ortamın ve koşulların, o ulusun inançlarının, gelenek ve göreneklerinin, kısacası, maddi ve manevi kültürünün yansıtıcısıdır. Kültür, söz varlığını sürekli olarak besler. Kültürdeki değişmeler de kendini söz varlığında gösterir. Türkiye Türkçesinin söz varlığını besleyen kaynakların başında, tarih boyunca doğaya sıkı sıkıya bağlı, tarım ve hayvancılıkla geçinen, savaştan savaşa koşan Türk toplumunun maddi kültürü gelir…”(l)

Gazeteler, ilginç haber  olarak değerlendirerek verdiler: Yazdığı tek kişilik oyununu Diyarbakır ve  Tunceli’de oynamak için sahneye çıkan yazan halk tepkiyle karşılamış; oyunun  sözlerini anlamayan halk salonu terk etmeye yönelince oyuncu yazar B, Türkçe  konuşmak, oyunu Türkçeleştirmek durumunda kalmış. Bu haberden birkaç ay önce  gene gazetelerde, Yozgat’ın bir kurt köyünde eğitmen olan Y.T.’nin, adını,  abecemizde bulunmayan imcelerle yazmasından dolayı, öğrencilerince alay konusu  edildiğini okumuştuk. İnsanın kendisiyle barışık olamaması, onu, bu tür  anlamsız, gereksiz davranışlara sürükleyebiliyor. Bakıyorsunuz durup dururken  adını, genellikle de soyadını değiştiriyor ya da adının, soyadının önüne, sonuna  birtakım takıp takıştırmalar yapıyor, adını soyadını hepten değiştirenler de  oluyor. Geçenlerde eski dostlar arasında 1938-44’lerin arkadaşlıklarından söz  açılınca, bizim sınıfın ezberciliğiyle ünlüT.D.’yi anımsadım. Hiç kimse  tanımadı. Ezberciliğini, köy muhtarı bilmem kimin oğlu olmakla övünmelerini  anlatınca anımsadılar, ha, o mu, okuldan çıktıktan sonra adını soyadını  değiştirdi, İ.H.A. olduydu, sonra da asılarak canına kıydı, dediler.

  Zaman zaman kimileri bana da  takılır, adın Arapça, soyadın Farsça, dille uğraşıyorsun, yabancı sözcüklere  karşılık bulmak için çırpmıyorsun, adının, soyadının yabancı oluşundan rahatsız  olmuyor musun, diye ya taş atarlar ya da doğrudan sorarlar. Bilindiği gibi Ali,  daha doğrusu ‘alY Arapça oğul, erkek evlat, “dündar” ise Farsça ve gene Farsça  olan “dümdar” sözcüğünün karşıtı. Selçuk ordu düzeninde dündar (öncü), dümdar  (artçı) birer birlik terimi olarak kullanılmış. İlkokulda bana öğretmenlerimiz  “Ünal” ı soyad olarak vermişlerdi. Eve gidince babam, soyadımızın “dündar”  olduğunu söyledi. Öğretmenlerimin verdiği soyadını istemedi. Babam Osmanlı İmam  hatiplisi olduğundan Arapça ve Farsçayı iyi biliyordu. Yaşamım boyunca da adım  ve soyadım üstüne hiç düşünmedim. Ama, Müslümanlıktan önce atalarımızın  kendilerini taş, kaya, gök, yıldız, güneş, ay, toprak, çiçek, kuş vb. doğa  varlıklarıyla adlandırışlarını hep düşünmüşümdür. Hele J.H.Greenberg’ in  “Türkçe, gerçek bir doğa ve matematik dilidir. Türkler Müslümanlığa  bulaşmasalardı, Türk dilinin gücüne hiçbir dil ulaşamazdı.”(2) dediğini  gördükten sonra, daha da çok düşündüm dilimizin adlandırma dizgesi üzerinde.  Adlandırma deyip geçmemeliyiz. Adsal dizgenleştirme, bir bakıma dilin temel  omurgalarından birini oluşturuyor; adlandırma yöntemleriyle oluşturulan düşünüş  dizgelemelerinin de.

Bugün Türkçe bizim  anadilimiz olmasının ötesinde çok güçlü ve değindiği toprağı yurtlaştıran /  vatanlaştıran, dünya çapında yaygın bir anadil’dir. Yargıç olan kızımın  Hakkari’nin Beytüşşebap (Farsça, gençler evi, gençlik yurdu vb. anlamlarına  geliyor), ilçesinde görevli bulunmasından yararlanarak, o yörede konuşulan dil  üzerinde küçük bir çalışma yapmıştım. Kendilerinin Kürtçe dedikleri altı yüz  kadar sözcük içinde: Eski Türkçe “aggıl” Anadolu Türkçesinde ağıl, eski Türkçe  ukuş, umuş Anadolu Türkçesinde yumuş, eski Türkçe’de “duğudu-tuğdu” Anadolu  Türkçesinde düğün-tören, “aggır” Anadolu Türkçesinde ağır, eski Türkçede gukin-ökün,  Anadolu Türkçesinde öğün, eski Türkçede öpkem, Anadolu Türkçesinde öfke vb.  Türkçe kökenli sözcüklerin %27, Farsça sözcüklerin %63 oranında yer aldığım,  kalan sözcüklerin Arapça, Süryanice, yedi kadarının kökeninin ise bilinemediğini  saptamıştım. Kayseri’de “Kiçi Kapı”, Ankara’da “Kiçiören”(3) küçük, dar,  daralmış, daraltılmış anlamlarına gelen önad tamlamalarında geçen “kiçi” sözcüğü  ile, benim doğduğum beldede, Akkışla’da da halen kullanılmakta olan ve kar  esintisi, esinti yığışması, kar kürtüğü, kum kürtüğü anlamlarım içeren, eskin-esgin  biçimlerinde kullanılan sözcüğün Beytüşşebaplılar ağzında “esigin-esengen”  biçimlerinde kullanıldığına tanık olmak beni çok sevindirmişti.

  Rus, Bulgar, Macar, Çin ve  kimi Ortaavrupalı dilcilerin yazdıklanyla tanık oluyoruz ki, Türkçe çok dallı  budaklı bir dil, yer yüzünde çok yayılmış bir dil. Bugün Türkiye dışında 13  ülkede ve bir o kadar da değişik topluluklarda yazılan, konuşulan bir dil  Türkçe; Ural-Altay dil ailesi yapılanmasının Altay kolunda başat anadil. Sağlam  yapılı ve doğurgan bir dil olduğu için, Ortaasya’dan başlayan ve yüzyıllar süren  yazısız, abecesiz göçler bile onu işlevsizleştirememiş. Yüzyıllarca Anadolu’da  sahipsiz, yazısız, abecesiz kalmış; Arap ve Acem dillerinin, onların yazınsal-  düşünsel- ekinsel baskılarının altında bile pes etmemiş bir büyük dil Türkçe.  Binlerce yıl öncesinin birer toplum dili, inanç dili olan Sanskritçeye, İbranice  ve Arapça’ya sözcük / kavram vermiş bir dil Türkçe. Prof. Dr. Arthur Jefery’nin  1938 yılında yaptığı “Kur’anda Arapça Olmayan Sözcükler” (4) adlı bir  araştırmaya göre, Kuran’da Arapça olmayan Pehlevice, Ermenice, Akatça, İbranice,  Süryanice vb. sözcüklerin yanında 19 adet de Türkçe sözcük vardır. Bu bağlamda  Türkçe, yerleştiği toprakları yurtlaştırdıktan başka, yabancı dil ve dil  kurallarına kendini kolay kaptırmadığı gibi, parça bölük oymak dillerini, aşiret  jargonlarını ve toplum dili, ekin dili olmaktan uzak çobancaları kendi sağlam  bünyesinde eritip dönüştürerek ekinsel / düşünsel egemenliğini duyumsatmış bir  dildir Anadolu Türkçesi. Dünyada binlere yaklaşan dil’den yüzlercesi yok olup  gittiği halde, 1923 devrimine değin, ardında din / inanç-tapınç ya da herhangi  bir siyasal güç bulunmadığı gibi, yüzyıllarca birtakım dilsel, inançsal  etkenlerin, sınır tanımayan siyasal erklerin baskısında bile dimdik ayakta  kalabilmiştir Türkçe. İç dirikliğini kendi üreten ve matematiksel bir  dizgeselliğe sahip oluşu, onu hep dış etkenlere karşı korumuştur.

Dilsever cumhuriyetçiler  dimdik durdukları, aydınlanman aydınlar sayrılığa, bilinç yitimine uğramadıkları  takdirde, Türkçe, aşiret ve topluluk j argonlarının, çobanlamaların üstesinden  gelmesini bilecektir.

(1) Prof. Dr. Doğan Aksen, Türkçenin Gücü, s.50-51                                                                                                               (2) A’ pualitative Approach Tomorfological Typologi, s. 194                                                                                                 (3) Ankara’da Keçiören semtinin aslı “Kiçiören”dir                                                                                                               (4) Sözkonusu çalışmanın aslını Prof.Dr.Neşet Çağatay’da görmüştüm.

Etiketler:

Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış.