Custom Search

Dua ve Yas Motifi Olarak ”baş aç- Tabiri”

16 Ocak 2013

“baş aç-”   Tabiri

Hayati Develi

İçindekiler :

 Ø.  Giriş

1.Eski Türklerde Dua…………………………………………………………………………………………………………

1.1. aç- tabirinin dua manasıyla  kullanılması………………………………………………………………………..

1.2.Baş aç- tabirinin şikâyet ve beddua manasıyla  kullanılması……………………………………………….

1.3.Baş aç- tabirinin dua ve  beddua manasıyla  kullanılması edebî metinlerde…………………………..

2.Eski Türklerde Defin Törenleri ve Yas……………………………………………………………………………….

3.BaşaçDeyimi Üzerine……………………………………………………………………………………………………..

4. Sonuç………………………………………………………………………………………………………………………….

Kaynakça…………………………………………………………………………………………………………………………………………………………………

Ø.          Giriş

            Tarihî Türkiye Türkçesi ve başka tarihî devre metinlerinin  bazılarında baş aç- ifadesi geçmekte ve  geçtiği yere göre bazen dua,  bazen de yas ile ilgili bir motif olarak kullanılmaktadır. Bu araştırmada söz  konusu tabirin veya deyimin neş’et ettiği bir takım âdetlerin kaynaklardaki  kalıntıları gözden geçirilmeye çalışılacaktır. İslâmî kültürde ne dua ederken,  ne de yas tutarken baş açılmadığına göre bu motifin altındaki inanç temellerini İslâmlık öncesi eski Türk inanışlarında  aramanın yerinde olacağı kanaatindeyiz. Ancak gayemiz zamanla deyimleşerek  dildeki yerini alan baş açma âdetinin orijinine inmek değildir. Bunun muhal ve  gereksiz olduğunu düşünüyoruz. Bununla birlikte, bir takım deyim ve tabirlerin  altında yatan âdetleri, davranış biçimlerini bilmek tarihî metinleri daha iyi  anlamamıza yardım edecektir.

1.         Eski  Türklerde Dua

            Eski Türklerin dini ile ilgili araştırmalar genellikle bu ismi alan  toplulukların akraba kabul edildikleri başka toplumların dinleri üzerindeki  araştırmalarla beraber yürütülmektedir. Başka bir ifade ile Eski Türklerin dini  denildiğinde aslında eski Moğolların ve başka Altay kavimlerinin de dinleri söz  konusu edilmiş olur (ROUX, 6).  Böylece bu toplumların her birine ait tarihî kaynaklar diğerleri için de  referans olarak kabul görmektedir. Ancak söz konusu toplumların inanç  sistemlerinin tedkiki, kaynak yetersizliğinden dolayı, oldukça güç bir sahadır.  Çoğu zaman birbirinden çok farklı türdeki kaynaklarda kırıntı halinde bulunan  bilgilerin bir araya getirilmesiyle bütünün ne olduğu anlaşılmaya çalışılmakta,  bazen hâlâ kadim devirlerin inançlarını sürdürdüğü kabul edilen bazı muasır  toplumların inanç ve ayinlerinden yola çıkılarak geçmişe dair fikir  yürütülmekte, hatta Anadolu’da yaşayan müslüman Türkler’in inanışlarının eski  Türklerin inanışlarına dair Sibirya ve Altaylardan daha iyi malzeme sağlayacağı  bile düşünülmektedir (ROUX, 33). Abdülkadir İnan’ın Tarihte ve Bugün Şamanizm (III. Baskı, Ankara 1986) adlı kitabında ve Makaleler ve İncelemer (2  cilt, TTK Yay., Ankara 1987 ve 1991) isimli eserine derc edilmiş bulunan çeşitli  makalelerinde bu kalıntılara dair zengin örnekler vardır.

            Bizim bu çalışmada Eski Türklerin dini derken göz önünde  bulundurduğumuz, Şamanizm veya Gök-tanrı inancı olarak kabul edilen inanç  sistemleridir. Bu inanç sisteminin kaynaklardan tespit edilebilen ferdî veya  içtimaî, düzenli bir ibadet şekli yoktur. Hatta bir ibadetinin olup olmadığı  bile çok açık değildir. Çeşitli ayinler din adamlarının (şamanların) yönettiği  sihrî törenlerden ibarettir. Bir kısım ikincil kaynaklarda tespit edilen “teslim  ve itaat sembolleri” de bu çeşitli ayinlerin kalıntıları olmalıdır.  Bu makalenin konusunu teşkil eden “baş aç-” tabirinin de böyle bir teslim ve  itaat sembolünden çıktığını düşünmek yanlış olmaz. Zira dua etmek doğrudan  doğruya bir hâkim güce teslim olma, itaat etme manası taşıdığı gibi, yas tutma  da böyle bir teslimiyetten çok uzak düşünülemez, çünkü ölüm karşı konulamayan  bir kudreti en kuvvetli şekilde hissettiren bir hadisedir.

1.1.     Baş aç-  tabirinin dua manasıyla kullanılması

            Eski Türklerde dua’nın keyfiyetine dair açık seçik bir bilgi  günümüze kadar gelmemiştir. Ancak çeşitli tarihî kaynaklar, bu toplumlarda şu ya  da bu şekilde dua edildiğini zikretmektedirler. Roux, duanın “rastlantıya bağlı  ve dönemsel” olduğunu ifade etmektedir. (s. 195-198). İnsanlar türlü zamanlarda  ve türlü olaylar karşısında çeşitli semboller vasıtasıyla bir “aşkın güç”e  yalvarmaktadırlar. Bu sembollerden biri de, bizim kanaatimize göre, başın  açılmasıdır.

            Şamanizmle ilgili kaynaklar, dua ederken bir itaat sembolü olarak  baş açmayı zikretmemişlerdir (İNAN 1986, BULUÇ, ROUX). Ancak, kaynak  göstermemekle birlikte, O. Turan  Şamanizm’de muntazam ibadet ve ibadethanelerin  bulunmadığını, istenildiği veya ihtiyaç duyulduğu zaman baş açıp, yüzü ve elleri  gök yüzüne çevirip Tanrıya dua edildiğini belirtiyor (TURAN 1978, 108-109, 114).

            Türk-Moğol imparatoru Cengiz’in Tanrıya yalvarırken başını açtığını  biliyoruz. Mo-ğolların Gizli Tarihi’nde  bu ibadet şöyle tasvir  edilmiştir:

“(Merkitlerin elinden kurtulan Temucin Burhan (dağlarından) inerek yumruklarıyla  göğsüne vurdu ve şunları söyledi:

……………….

……………….

Hayatım kurtuldu.

(Bu esnada) büyük korku da geçirdim.

(Bundan sonra) Burhan-haldun için

Her sabah tapınmalıyım,

Bunu neslim ve

Neslimin nesli böyle bilsin!..

Temucin bu sözlerle kemerini boynuna ve şapkasını koluna asarak güneşe karşı  döndü ve eliyle göğsüne vurarak güneşe karşı dokuz defa diz çöküp tövbe ve  istiğfar etti.”

            A. İnan bu başlığını (külâhını) çıkarma âdetini eski Türklerdeki  teslim ve itaat sembolleri arasında  zikretmektedir (İNAN 1987a, 333). Bu,  Cengiz’in davranışında da görüldüğü gibi, duanın, yani ibadetin unsurlarından  biridir. Burada başka bir insana değil, “ilâh”a itaat söz konusudur ki, bu da  ibadetten başka bir şey değildir.

            Cengiz, Harizmşahlar imparatorluğuna karşı savaşa girişmeden önce de  bir tepe üzerine çıkmış, başını açmış, kemerini boynuna bağlamış (itaat maksadı  ile) ve yüzünü yere koyarak üç gün üç gece zafer için Tanrıya dua etmişti (TURAN  1978, 108-109).

            B. Spuler, İran Moğollarında yeni seçilen hükümdara hemen biat  edildiğini, Şamanî olan bu Moğollarda bunun dinî bir bayram (herhalde tören)  olduğunu belirtiyor. Saltanatın varisi belli olduktan sonra devlet ricali  başlıklarını çıkarırlar, kemerlerini çözerek omuzlarının üstüne koyarlardı (SPULER,  286-287 ve 288). Bu bilgiye nazaran, Tanrıya ibadet ederken baş açmanın,  hükümdara itaati göstermek manasını da kazandığı düşünülebilir.

            Bu bilgiler bize Cengiz’in dahil olduğu şamanist kültürde dua (veya  ibadet) edilirken baş açmanın, ibadetin bir rüknü olduğunu, zamanla bunun bir  itaat sembolü manasını da kazandığını gösteriyor.

            Tarih olarak daha eski olmakla birlikte Müslüman Türk toplumuyla  ilgili olduğu için daha sonraya aldığımız haberler, Selçuklu sultanı  Alparslan’ın da dua esnasında başını açtığını göstermektedir. O. Turan Sultan   Alparslan’ın Malazgirt savaşından önce başını açıp dua ettiğini kaydetmektedir  (TURAN, 1978, a.y.).  Ravzatu’s-safâ bu hadiseyi şöyle anlatıyor:

“Öğle vakti gelince cehennem ateşi gibi bir yel Müslüman ‘ların üzerine esmeye  başladı. İslâm ordusu suyu ellerinde tutarak düşmanı onu kullanmaktan men  ettikleri için onlar da susuzluktan kıvranmaya başladılar. Sultan bunu haber  alınca attan inerek başlığını çıkardı, kuşağını çözdü ve alçak gönüllülükle “Ey  Tanrım! Bu günahkâr kulunu, günahlarından dolayı cezalandırma, senin sâlih  kullarına  kefil olan bu âciz kulundan merhamet ve yardımını esirgeme. Senin  dinine bağlı olanlar üzerine gelen bu kavurucu yelin yönünü düşman tarafına  döndür” dedi. Sultan uzun bir yakarışta bulundu ve ordunun ileri gelenleri de  Sultana uyarak ağlamaya başladılar.”

            Sultan Alparslan’ın dua ederken başını açmasıyla ilgili bir başka  kayıt ölümünden sonra ismi etrafında oluşan menkıbelerin birinde geçmektedir.  Rivayet edildiğine göre: “Hora-san çölünü geçerken askerlerin susuz kalması  Sultan Alparslan’ı muztarip etmiş ve otağına çekilmiş, “başını açıp” Allah’a   sığınmış, az sonra yağan bol yağmur sayesinde asker ve hayvanlar telef olmaktan  kurtulmuştur.” (TURAN 1969, 149-150)

            Şamanî inançlara bağlı olan Cengiz’in Burhan dağına tapınırken (dua  ederken) başlığını çıkarması ve kemerini boynuna asmasıyla İslâm sultanı  Alparslan’ın Allah’a dua ederken başı-nı açması ve kuşağını çözmesi [ve belki  boynuna asması; bu konu kaynaklarda zikredilmemiş-tir] bu âdetin aynı inanç  sisteminden kaynaklandığını düşündürmektedir.

            O. Turan, Akşemseddin’in İstanbul muhasarasından önce başını açarak  Allah’a dua ettiğini kaydetmekte, ancak kaynak zikretmemektedir (TURAN 1978,  s.109).

            Akşemseddin gibi bir İslâm velisinin İslâm öncesi sembolleri  kullanarak dua etmesini yadırgamamak gerekir. A. Gölpınarlı, sûfîlerde bir işin  olması için edilen duada başı açmanın, baştaki tacı çıkararak Tanrıya  yalvarmanın bir gelenek olduğunu zikretmekte, buna örnek olarak da Sultan  Veled’in bir yağmur duası esnasında başını açmasını göstermektedir (GÖLPI-NARLI,  46-47). Bahsedilen hadise şöyledir:

“…Bir yıl, Konya başkentinde yağmur kıtlığı oldu…Birkaç defa yağmur duasına  çıktılar, fakat hiç yağmur yağmadı… Nihayet…Sultan Veled’in eteğine yapış-tılar.  Sultan Veled… gözlerinden yaşlar akıtarak ayağa kalktı, medresenin kapı-sından  ta mukaddes türbeye kadar yalınayak gitti. Mübarek başını açarak baba-sının  kabrinin karşısında durdu… Sonra Sultan Veled dualar edip sarığını başına  koydu… Bütün arkadaşlar da terler ve yağmur suları içinde başları ve ayakları  çıplak bir halde semâ ederek gittiler…” (Menâkıbu’l-Ârifîn, 247-249).

            1929 yılında Soma’da tespit edilen yağmur duası merasiminde duaya  katılanların başlarının açık olduğu zikredildiği gibi Kastamonu’da da yağmur duasına katılanlar dua esnasında başlarını açmaktadırlar. Anadolu’da yağmur dualarında bir çok şamanî unsurlar yaşa-makla birlikte, dua  esnasında başın açıldığına dair başka bir kayıt yoktur (Acıpayamlı, 1963, 1964).

            Hristiyan olan Çuvaşlarda da yağmur duası esnasında başlar  açılmaktadır (GÖZAY-DIN, 44-48).

            Bugünkü Rusya Federasyonu içerisinde Hakas Muhtar Cumhuriyetinde  yaşayan ve Şamanist inanış ve âdetleri devam ettirdikleri bildirilen Beltir  Türkleri arasında 1913’de tespit edilen bir Gök Tanrıya kurban sunma töreninde,  ibadeti yönetenin başı kapalı olduğu halde bütün halkın başlarını açtıkları  zikredilmektedir (MANGAŞEV, 215-222) Beltirlerde yaşayan bu âdet, şamanî  topluluklarda ibadet ederken baş açmanın, ibadetin rükünlerinden olduğunu  gösteren canlı bir belgedir.

            Bu bilgiler açık olarak gerek gayri müslim, gerekse Müslüman Türkler  arasında dua esnasında baş açma âdetinin yakın zamanlara kadar sürdüğünü  göstermektedir. Burada dikkat çeken bir husus, bu haberlerin bilhassa yağmur  duası etrafında yoğunlaşmasıdır. Onay (s.68), bazı duaların baş açık yapılırsa  kabul olunacağı itikadının halk arasında bulunduğunu, bu cihetle de yağmur  duasının baş açık yapıldığını zikreder. İslâmî gelenekte, Hz. Muhammed’in  (s.a.v.) sünnetinde yağmur duası esnasında başın açık bulundurulduğuna dair bir  bilgi olmadı-ğına göre,  Müslüman Türklerdeki bu davranışı İslâm öncesine ait haberlerle birleştirmek  uygun görünüyor.

1.2. Baş aç-  tabirinin şikâyet ve beddua manasıyla kullanılması

            Dua ederken baş açma âdetinin aynı zamanda beddua, ilenme, şikâyet  etme manasını kazandığını tarihî kaynaklardan öğreniyoruz. Niğbolu savaşına  katılan haçlı ordusu askerlerinden olup bu savaşta esir düşen, daha sonra  Timur’un ve başka idarecilerin hizmetine geçip 1394-1427 yılları arasında  Anadolu, Mısır, Türkistan, İdil-Ural bölgesi ve Sibirya’yı dolaşan, daha sonra  gördüklerini bir seyahatname şeklinde kaleme alan Johannes Schiltberger şu  bilgiyi vermektedir:

“… Bundan başka Muhammed Müslümanların hiçbirinin , diğerleri yanında ba-şını  açmamasını, ne kral veya imparator, ne de soylu olmayanın önünde başındakini  çıkarmamasını emretmiştir. Onlar da bu emre uyarlar. Fakat kudretli bir kimse  önlerinden geçerken eğilirler ve diz çökerler. İnsan başındakini ancak ölen  baba, ana veya bir arkadaş ise cenaze önünde çıkarmalıdır derler ve böyle de  davranırlar. Eğer bir kimseden davacı iseler, şapkalarını çıkarıp onun önüne  fırlatırlar ve sonra da dava ederler…” (Schiltberger, 160-161).

            Burada verilen bilgi son derece önemlidir. Schiltberger, bu âdetin  hangi Müslüman kavimde görüldüğüne açıklık getirmemiş olmakla birlikte, onun  ekseriyetle Türkler arasında bulunduğunu göz önünde tutarak bunun Türkler  arasında mer’î bir âdet olduğuna hükmedebiliriz. Ayrıca XX. yüzyıla ait  kaynaklar da bu hususu desteklemektedir. Bunlardan Onay’ın (s. 68) verdiği  bilgiye göre : “…bilhassa zulüm görenler baş açık ilenirler ki bu hale  Anadolu’da halk arasında çok tesadüf olunur. Meselâ borcunu inkâr eden birine   karşı alacaklı başını açarak bedduada bulunur. Baş açık yapılan gerek dua, gerek  ilenç yüksek sesle yapılır.” Gölpınarlı da “baş açıp ilenmek” deyimini  vermektedir ki, tamamen bu âdetle ilgilidir. Bunun da teslim ve itaat sembolü  olarak baş açma âdetinden kaynaklandığını düşünebiliriz. Zira “şikâyet” güç  itibariyle daha üstün bir mercie yapılıp itaat manasını da zımnen ifade eder. Bu  tür şikâyet etmenin zamanla “beddua etme” manasını kazanmış olduğu tahmin  olunabilir.

            Baş açmak, bir şikâyet ve beddua sembolü olarak Evliya Çelebi  Seyahatnâmesi’nde de geçmektedir:

“Hemân aralarından yüz yaşında bir pîr-i nâtuvan tâbı ve tüvânı kalmamış ol  pîr-i fani baş açup : «İslâmbol veziri çalab Allah kılıcına duş gele,  rahatlığınuñ ve kızanlarınuñ ve kendinüñ devri döne, bu yatan gerçek er demine  hû diyelüm hû!» diyü kabir kurbünde sakin oldılar.” (Seyâhat-nâme, c.II,  133a/17-19).

1.3.     Baş aç-  tabirinin edebî metinlerde dua ve beddua manasıyla kullanılması

            Buraya kadar, baş açmanın duanın adeta bir rüknü, daha doğru bir  tabirle, bir teslim ve itaat sembolü olarak İslâm öncesi veya gayri müslim  Türk-Moğol topluluklarında varlığını ve Müslüman Türk toplumlarında da  kalıntılarını tespit etmeye çalıştık. Bu âdetin, yine duayı veya bedduayı,  ilenmeyi ifade eden bir tabir olarak edebî metinlerde de geçtiğini görmekteyiz.  Bunun bazı örnekleri aşağıda verilmiştir:

            Bir Memluk-Kıpçakçası metni olan Seyf Sarayî’nin Gülistan  Tercümesi’nde baş aç- tabiri, dua ile ilgili bir sembol olarak geçmektedir:

“…Ol karşıgı vâdi içinde bir mübarek hurma ağacı bar, halayık barıp ziyaret  kılıp hacet tilerler men dagı barıp uzun kiçelerni kıska kılıp ol agaç ayakında baş açıp du’â kılıp hacet tiledim…”             (Gülistan Tercümesi,  135a/7.)

Düstûrnâme-i Enverî’den:

        Gel senüñle Hak yolına ölelüm

        İkimiz varup şehadet bulalum

        Baş açup dün gün ölüm isterüz

        Hak yolına başa kılıç yastaruz.             (Düstûrnâme-i Enverî, 70.)

Şeyhî Divanı’ndan:

        Ne içün baş açar u el götürür serv ü çenar

        Ki du’a eyleyeler kadd-i hıramanuñ içün                      (Şeyhi Divanı,  138.)

Ahmet Paşa’ya ait şu iki beyit, A. Talat Onay’ın eserinden  alınmıştır:

        Çün kim çenar gibi götürdün niyâza el

        Zâr eyle baş açıp yüzün ol serv-i nâza  tut

        Nice bir örtülü kılam niyâzım ol saneme

        Bu kerre baş açuban âşikâre yalvaralım                     (ONAY, s. 68)

Firdevsî-i Rumî’nin Kutbname isimli eserinden:

        Baş açup tuğ, el götürmiş zer ‘alem

        Kana gark olup çeri, görmeye  elem                 (Kutb-nâme, 163)

        Kimi şabka yire urur çün dümen

        Baş açup boyun eğer misl-i seren                    (a.e., s. 244)

Gazavât-ı Sultân Murâd Hân’dan :

        Çün erişdi Yiñişehre salamet

        Dilerdi yıka ol ili tamamet

        Yirinden cümle halkı göçüreydi

        Getürüp Rum iline geçüreydi

        Karamanuñ uluları irişdi

        Baş açup Şahuñ ayagına düşdi

        Didiler kim eyâ ‘adl ıssı Sultan

        Yaraşmaz ki incine sizden dil ü cân                  (Gazavât-ı Sultân Murâd  Hân, beyt. 10-13)

Hayretî Divanı’ndan:

        Baş açup el kaldırup yalvaruram yirden göke

        Hak Ta’ala bir günüñ biñ eylesün hanum senüñ              (Hayretî Divanı, 237/2)

        Ben gubarı iñen ayaklamasun

        Baş açup rûzgâra yalvarayın                (a.e., 348/6)

Zâtî Divanı’ndan:

        Baş açup yalvarayın ben hasta Hayy u Kadire

        Ölmeden tâ kim ayağuñ öpmeğe kudret vire                 (Zâtî Divanı, 1368/1)

        Gün gibi baş açuban vasluñ temennâ eylerin

        Umaram gün toğa ey subh-ı sa’âdet başuma                 (a.e., 1431/3)

        Rafızîdür, bu şafak cem’iyyetin tağıt deyü

        Baş açup meh yalvarur Hakka ilahîler gibi                   (a.e., 1537/4)

            Evliya Çelebi, Seyahatname‘de Kral Kostantin’le ilgili bir  hikayeyi anlatırken baş aç- motifini iki defa kullanır. Hikayeye göre cüzzama  yakalanan Kostantin’e bir keşiş bu hastalıktan kurtulmak için bir havuz yaptırıp  içini küçük çocuk kanıyla doldurmasını ve burada yıkanmasını öğütler:

“…Derhal Kostantin emr idüp üç biñ ‘aded  nâ-resîde merdüm-i şir ma’sumları  cem’ idüp cellâd havuz kenarında ol an boğazlamak sadedinde iken üç biñ ‘aded  ma’sumlaruñ  üç biñ ‘aded babaları ve üç biñ ‘aded  anaları, ki her biri  ciğerparelerinden ayrılıyor, ve on biñ ‘aded akraba ve ta’allukatları ile cümle  yigirmi biñ ciğeri yanmış benî âdem baş açup derûn-ı dilden ve can (u) göñülden   lisan-ı Yunanca : Ey inperetore Kostantin ipol ya’ni padişahlar padişahı  Kostantin (…) diyü feryadları evce peyveste olup…”    (Seyâhat-nâme,  c.I, 8a/22-28).

            Hikayenin devamında Kostantin halka acır ve çocukları bağışlar:

“… « ebeveynleri ba’delyevm du’â-i hayrımda olsun.»  diyü cümle ma’sumları  vâlideynlerine teslim ittüklerinde niçesi teslim-i rûh idüp şad-merg olayazup  cümle ma’sumlaruñ abâ vü ecdadları ve cümle ta’allukatları baş açup yüzlerin rûy-ı  zemîne sürüp şadmanlarından bükâ-âlûd olup : «İlahi! Padişahımızı bu cüzam  marazından halâs eyle!» diyü tazarru’ (vü) nalişler idüp…”   (a.e., 8a/32-35).

            Elimizdeki örneklerden en muahharı Ziya Paşa’nın Zafername isimli eserine aittir. Ancak bunu o devir için arkaizm sayabiliriz. Zira eski  edebiyata ve kültüre vâkıf bir kimse olan Ziya Paşa, Zafername‘nin  metninde bu motife yer vermiş, Hüsnü Paşa’nın ağzından yazdığı şerhte, asıl  manasıyla alâkasız bir izah yaparak bu arkaizmi ince bir ironi unsuru olarak  kullanmıştır:

        Yeter ey hame, ko tasdii, dua mevsimidir

        Tut yüzün kıbleye, aç başını ba-saffet-i bâl                      (Zafername, 30.)

Metinlerdeki bazı örnekler doğrudan dua etmenin dışında “şikâyette  bulunma” ve “beddua etme, ilenme” manasını taşımaktadırlar:

        İhtiyat itmez misin andan ki ashab-ı niyaz

        Baş açup zârî kılup yirden göğe yalvaralar                    (Necatî Bey  Divânı, 134.)

Aynî adlı bir şairin Karaman Beyi Sultan Kasım’ın ölümü  [Şubat 1493] üzerine yazdığı mersiyede de baş aç- deyimi “şikâyet etmek”  manasında geçmektedir:

        Ey dirigâ kim cihan zulmün begayet eyledi

        Halk-ı ‘âlem baş açup andan şikâyet eyledi                  (UZLUK, 87).

2.         Eski  Türklerde Defin Törenleri ve Yas

            İnsanoğlunun karşılaştığı en dehşet verici olay ölümdür. Dünyaya  gelmek insan nokta-i nazarından bakılınca tesadüfî gibi görünür; lâkin ölüm  muhakkaktır. Ölen bir insanın hissiyatını öğrenmek imkânından mahrumuz, ancak  sevdiği bir insanı kaybeden kişinin büyük acılar içine düştüğü malumdur. Ayrıca  kişinin bir gün ölüm meleğiyle muhakkak karşılaşacağını bilmesi de korku ve  dehşet vericidir. Böylece insanlar bu acı ve korkuyu hafifletebilmek veya ölüm  karşısında duydukları acıyı izhar edebilmek için bir takım törenlere baş  vururlar. Ölüme hazırlanma, ölünün tekfin ve techizi, gömülmesi, yas tutma vs.  esnasında zengin bir davranış ve inanış manzumesiyle karşılaşılır ki bunların  büyük bir kısmı dinden veya din yerine ikame edilen inançlardan  kaynaklanmaktadır. İslâmlık sonrası Türk toplumlarında da ölüm ve ölü  etrafında  icra edilen törenlerin (yas ve defin törenlerinin) büyük bir kısmı her ne kadar  İslâm diniyle bağlantılıysa da, ondan neşet etmeyen pek çok tören  ve inanış da  vardır. Bunlar Türklerin İslâm öncesi bağlı oldukları inanç sistemlerinin  bakiyeleridir. Bu inanç sistemlerindeki bazı törenler İslâmî bir kisveye  bürünerek varlıklarını sürdürmüşler, bazıları ise bir tören olarak icra edilme  değerlerini kaybedip deyimleşerek dilde izlerini muhafaza etmişlerdir.

            Eski Türk toplumlarında defin törenleriyle ilgili kaynaklarda mevcut  bilgileri derli toplu olarak inceleyen çalışmalara bugün sahibiz.  Bu makalede elbette, eski Türklerin defin merasimleri bahse konu edilmeyecektir.  Bizim yapmak istediğimiz, yas alâmeti olarak baş açma âdetinin kaynaklardaki  kalıntılarını araştırmaktır. Yas alâmeti olarak kulak ve saç kesmenin Hunlarda  ve Tu-kiu’larda tespit edildiğini biliyoruz. (ROUX, 225) Çin kaynaklarından  faydalanarak, Göktürk’lerin “ölüyü çadıra koyup, at ve koyunlar kurban  ettiklerini, çadırın etrafında yedi defa at üzerinde dolaştıklarını, kapının  önünde bıçakla yüzlerini kesip ağladıklarını…” yine Göktürk kitabelerinden  Bilge Kagan’ın ölümünde bütün halkın yas alâmeti olarak “kulaklarını ve  saçlarını kestiklerini” (İNAN 1986, 177, 193-194) öğreniyoruz.  Dul kadının saç örgülerini çözerek saçlarını kesmesi, aklar çıkarıp karalar  giymek, ölünün atının kuyruğunu kesmek muhtelif yas alâmetlerindendir.  Kaynaklarda verilen bilgiye nazaran baş açmanın da yas alâmetlerinden olduğu  anlaşılıyor.

            İslâm öncesi Türk topluluklarına ait bazı matem tasvirlerinde mateme  katılanların başlarının açık olması, baş açmanın matem tutmakla ilgili, matemli  olmayı ifade eden bir âdet olduğunu ve  eski Türk inanışlarından kaynaklandığını  gösteren bir delil olarak telakki edilebilir. E.Esin’in verdiği Göktürk devri  “yuğ töreniyle” ilgili levhalarda (ESİN, Levha LVIa, LVI/b) ölü çadırının içinde  giydirilmiş olarak yatan cenaze, çadırın içinde ve dışında başları açık olarak  ağlayan, uzun saçlarını kesen insanlar görülüyor. Burada verilen üç levhada  dikkat çeken husus, yas merasimine katılan erkeklerin tamamının başının açık  olmasına rağmen, kağan ailesine mensubiyeti tahmin olunabilecek bazı kadınların  başlarında taç ile yas tutmalarıdır.

            Anadolu Selçuklularının son zamanlarında bu âdetin Konya halkı  arasında yaşadığını görmekteyiz. Sultan Mes’ud’un  1296’da Moğollar tarafından  tahttan indirilmesiyle Konya’da oluşan siyasî otorite boşluğunu bir müddet  doldurup şehirde asayişi temin eden  Konya ahilerinin reisi Ahi Ahmed Şah  1296’da öldürülmüş, ölümü Konya halkını yasa boğmuş, cenaze töreninde on beş bin  kişi başları açık olarak yürümüş, kırk gün kimse dükkânını açmamıştır (ALPTEKİN,  136).

            Yas ifadesi olarak baş açmak  Akkoyunlu ‘larda da görülmüştür. Bu  konuda  Uzunçarşı-lı’nın verdiği bilgi şöyle:

“[Akkoyunlularda] Hükümdar ailesinden biri vefat edecek olursa sarıklar yere  vurulur (baş açılır), matem elbisesi giyilir ve matem tutulurdu. Akkoyunlularda  matem yedi gün olup matem elbisesi de gök renginde idi.” (UZUNÇARŞILI, 274).

 Burada konunun izahına yardımcı olması için Uzunçarşılı’nın verdiği  dipnotu da nakledeceğiz:

“Şehzade İbrahim Bey İbn Sultan Cihangir vefat ettiği zaman [XV. yy] Akkoyunlu   hükümdarı Sultan Yakub  ve erkan-ı devlet sarıklarını yere vurup matem tutmuşlar  ve gök renkli elbise giymişlerdi.” (a.e., a.y.).

Yukarıdaki örneklerde görülen sarıklarını yere vurmak, külahlarını  atmak gibi ifadeler yas alâmeti olarak zikredilmektedir.

Eski Türk inanışlarıyla ilgili pek çok unsuru içerisinde sakladığı  bilinen Dede Korkut hikâyelerinde de bu âdetin izini bulmaktayız. Bu  hikâyelerdeki kahramanların sevdiklerinin ölümü karşısında yaslarını belli etmek  için yaptıkları işlerden biri de başlarındaki sarıkları yere vurmaktır. Bunu eski Türk inanışlarında mevcut  olması muhtemel bir âdetin izi olarak telakki ediyoruz:

“Beyreğün babasına anasına haber oldı. Ağ ivi işiginde şiven kopdı. Kaza benzer  kızı gelini ağ çıkardı kara geydi. Ağ boz atınun kuyruğunı kesdiler. Kırk elli  yiğit kara geyüp gök sarındılar. Kazan bige geldiler. Sarıklarını yire urdılar.  Beyrek diyü çok ağladılar…” (ERGİN, 249).

            İbni Batuta Seyahatnamesindeki bir not bize bu âdetin  XIV. yüzyılda  Anadolu’da yaşadığını göstermektedir:

“Sinopta vusulümüzden dört gün sonra Emir İbrahim’in valdesi rahmet-i rahmana  vâsıl olmasıyla, cenazesini teşyi ettim. Oğlu dahi başı açık ve piyade olarak  revan oldu. Ümera ve memalik baş açık oldukları ve libaslarını ters giymiş  bulundukları halde, cenazede bulundular. Lakin kadı ile hatib ve fukaha,  libaslarını ters giymekle beraber başlarını açmayıp imame yerine serlerine siyah  yünden birer mendil sardılar. Ehali-i merkume indinde eyyam-ı ye’s ü matem olan  kırk gün müddet it’am-ı ta’âm eylediler.” (İbn Batuta Seyahatnamesi,  357).

            İnan (1986, 199), Dede Korkut’ta geçen “sarığını yere vurdu”  ifadesinin bu bilgiyle uyuştuğunu ve aynı âdetin yerine getirilmesi olduğunu  belirtmektedir.

            Yavuz Sultan Selim’in ölümünü duyan saray memurlarının başlıklarını  çıkarıp başları-na toprak saçarak yaslarını ifade ettiğini Solakzade Tarihi haber vermektedir. Yavuz Sultan Selim devrinde bu âdetin henüz yaşamakta olduğunu Şeyhülislâm  Kemalpaşazade’nin Yavuz Sultan Selim’in ölümü üzerine yazdığı mersiyeden de  anlamaktayız :

Çözdi saç açdı baş tûğ u ‘alem

Bükdi bil dökdi yaş tîğ u kalem                       (SARAÇ, 119).

            Ancak Osmanlı sarayında matem ifadesi olarak baş açıldığına dair bir  kayıt yoktur. Saray erkânının matemlerini başlarına siyah şemleler sararak ifade  ettikleri o dönemle ilgili minyatürlerden anlaşılmaktadır (ERTUĞ).

            Osmanlı öncesi Anadolu Türklerinde yas alâmeti olarak baş açma âdeti  ile ilgili kayıtlar edebî-dinî metinlerde de bulunmaktadır. Eşrefoğlu Rûmî’nin Müzekki’n-Nüfûs isimli eserinde baş aç- tabirine iki yerde rastladık:

“Bu ölüm bir nesnedür ki ‘imâretleri harâb eyler, cemâ’atleri tagıdur,  lezzetleri giderür, gözlerden yaşlar akıdur, yürekleri yandurur. Başlar açuk,  yakalar yırtuk ataları, anaları göz yaşlarıyla halk ortasına getürür…”            (Müzekki’n-Nüfûs, 96a/3-5)

“Ol yigit [ölüm]  eydür : «Ben olum kim, kapucılar beni men’ eylemez. Beglerden  ben korkmazın, kimseden rişvet almazın. Destûrsız dahı gelmedüm. Ben girdügüm  saraylar ıssız kalur ve ben girdügüm ‘imâretler harab olur. Beni görenlerüñ  beñzi sararur, beni görenlerüñ ‘aklı başından gider, canı gevdesinden üzülür.  Ben girdügüm evde başlar açılup saçlar kesilüp gözler yaşı dökilüp kara çullar  geyilür. Ben girdügüm evde yürekler taglanur, uşacuklar oğlancuklar baba ana  diyüp zarıncıyup ağlanur…»”            (a.e., 98b/7-14)

 Müzekki’n-Nüfûs’ta yas alâmeti olarak kaydedilen baş açmak,  saç kesmek, göz yaşı dökmek, karalar giymek gibi âdetlerin, Türklerde tespit  edilen yas alâmetleriyle ilgili en eski kayıtlarla aynılık gösterdiği  görülmektedir.

Yine XV. yüzyıl öncesine ait bir Maktel-i Hüseyn mesnevisinde  bu âdetin geçtiğini görüyoruz:

        Çünki işitti Hüseyn-ü nâmudâr

        Ah kıldı agladı ol zâr u zâr

        Urdı başından ‘imâmesin yire

        Dir ilâhâ işbu sırra kim ire                    (Maktel-i Hüseyn, 4a/7-8)

Muhibbi’nin Mevlid’inde de bu tabir yas alâmeti olarak geçmektedir:

        Hep yakasın yırtuban baş açdılar

        Gözlerinden ab-u hasret saçdılar                     (Muhibbî, Mevlîd,  2a/9)

Yine bu metinde Hz. Muhammed’in ölümü üzerine torunları Hasan ile  Hüseyin başlarını açarak ağlamaktadırlar ki, şair kendi toplumunun yas alâmetini  başka bir topluma rahatça tatbik etmektedir:

        “Başın açup dir Hüseyinle Hasan

         Öksüz idüp bizi gitdüñ dede sen”                     (a.e., 59a/8)

Şeyhoğlu Mustafa’nın Hurşid-nâme ’sinde ve Düstûr-nâme-i  Enverî ’de de bu âdetin diğer yas alâmetleriyle birlikte zikredildiğini  tespit etmekteyiz:

        Ulu kiçi beg ü kul bay u yohsul

        Kamu baş açdılar vü geydiler çul         (Şeyhoğlu  Mustafa, Hurşid-nâme, s.391)

        Açdı baş saç kesdi Paşa ağlayu

        Fırkat odıyla yüregin dağlayu               (Düstûr-nâme-i Enverî, s. 67)

 Fuzûlî’nin Leylâ ve Mecnûn mesnevisinde, Leylâ’nın ölümü  anlatılırken annesinin başını açarak matemini ifade ettiği anlatılmaktadır:

         Leylî gül-i gülşen-i letâfet

        Çün gördi hazân yeliyle âfet

        Pâ-mâl-i hazân olup bahârı

        Encâma yetişdi rüzgârı

        Bîçâre anası açdı başın

        Başından aşırdı kanlı yaşın.        (Fuzûlî, Leylâ ve Mecnûn, s. 387)

Yas alâmeti olarak baş açma âdetini tespit edebildiğimiz en muahhar  kaynak Evliya Çelebi Seyahatnâmesi’dir:

“…bir ma’sum-ı pâki dir-âğûş eyleyüp kabr-i ‘azîzüñ öñine koyup başın açup  geysûların tarmar idüp gözin ve yüzin pare pare  idüp oğul deyü feryad etti.”  (Seyâhat-nâme,  c. II, 133a/4-5)

Bazı metinlerde ise baş aç- tabiri, matemli olmayı ifade eden bir  mazmun olarak kullanılmıştır:

        Düşürdi efser-i şahenşehîyi dest-i ecel

        Baş açalum varalum Şehriyarı ağladalum          (Necâti Bey Divânı,  “Mersiye-i Şehzade Abdullah”, s. 102.)

        Servler saf saf turup gül şâhı dîvân eylemiş

        Nergis-i zerrîn-külâhı aña derbân eylemiş

        Hâr-ı zulmetten gelüp bülbüller efgân eylemiş

        Baş açup her bir  çiçek çâk-i girîbân eylemiş

        Sakiyâ mey sun bahar eyyâmı gül devrânıdur               (Dîvân-ı Şem’î,  20b/8)

Yas alâmeti olarak baş açma âdetinin XVII. yüzyıldan sonra tamamen  unutulduğu tahmin olunabilir. XX. yüzyıla ait derleme çalışmalarında da böyle  bir âdetin varlığına bu güne kadar rastlanmamıştır.

3.         Baş aç-  Deyimi Üzerine

            Buraya kadar İslâm öncesi ve İslâmi devre ait kaynaklarda baş  açmanın bir dua esnasında teslim ve itaat sembolü olarak kullanıldığını, anlam  genişlemesiyle bunun beddua sembolü olarak da kullanıldığını, aynı zamanda yas  alâmeti olarak da tespit edildiğini gördük. Dua, beddua ve yas alâmeti  ifadesiyle bir edebî mazmun gibi kullanıldığını da bazı örneklerle göstermeye  çalıştık. Bu tabirin zamanla sembol ve mazmun değerini yitirerek deyimleştiğini  görüyoruz. Türkçeyle ilgili bazı sözlüklerde baş aç- bir deyim olarak  tespit edilmiştir.  Bizim tespit edebildiğimiz sözlükler ve bunların verdikleri  manalar şunlardır:

Lehçe-i Osmanî (= LO), Ahmed Vefik Paşa.  c.1. s. 13. açmak  maddesinde: “…baş açmak:  Beddua, nefrin, la’net, kargımak. “

Kamus-ı Türkî (= KT), Şemseddin Sâmî. baş maddesinde : “…baş  açmak : Beddua etmek”

A Türkish and English Lexicon (= Redh.), J.W. Redhouse. ” baş açmak : to take off one’s head-dress, and then launch forth in curses and imprecations  against someone” (Başlığını çıkarmak ve sonra birine lanet ve bedduaya  başlamak).

Musavver Dâiretü’l-Ma’ârif.  (= DM). “baş aç- : Maudire. Dua veya  beddua etmek”, s.65.

Büyük Türk Lügati (= BTL), Hüseyin Kâzım Kadri.Açmak maddesinde :  “baş aç- : Mecazen: Eyilik temenni etmek; beddua ve la’net etmek”, c. I, s. 32.  Baş maddesinde : “baş aç- : Başındaki örtüyü kaldırmak; mecâzen – dua etmek.

Yılanın atası açdı başın

Toldurdı gözine kanlı yaşın   (Fuzûlî, Mecnûn ve Leylâ)

Bu kadarca ‘ikabla halâs  oldugına baş açup şükr ü hamd eyledi. Nâimâ – Târih.

Baş açup didi ki rahmet geliyor

Ebr-i nîsan-ı ‘inâyet  geliyor.  Süleyman Paşa.”  c.I, s. 593.

Azerbaycan Dilinin İzahlı Lüğeti (= ADİL), baş maddesinde: “..baş  aç-: 1. anlamak, 2. başaklanmak, başak haline gelmek, 3. ölüye ağlamak. baş açıp ağlamak : beddua etmek”

Tasavvuftan Dilimize Geçen Deyimler ve Atasözleri, A. Gölpınarlı. “Baş  açmak : Baş açıp yalvarmak, baş açıp ilenmek, baş açık – yalın ayak”.  Gölpınarlı bu deyimleri verdikten sonra, yukarıda bahsi geçen, Sultan Veled’in  bir yağmur duası esnasında başını açması bilgisini kaydetmekte, ayrıca, eskiden  suç işleyen bir kişinin kendisini affedecek kişinin huzuruna kefen giyip yalın  ayak ve başı açık gittiğini bildirmektedir (s.46-47).

            Bu sözlüklerden sadece ADİL’de “ölüye ağlamak” manası verilmiştir ki  bizim birinci bölümde izahına çalıştığımız âdetten kaynaklanmaktadır. Bu  sözlükler “beddua etmek” mana-sını vermekte ortaktırlar. BTL, ADİL ve Gölpınarlı  dışındakilerin tarih sırasıyla birbirlerini kaynak olarak kullandıklarını  düşünebiliriz. Bu deyimin dua manasıyla kullanıldığı en muahhar metin Ziya  Paşa’nın Zafername’sidir, ancak bunun çağdaşı olan LO’de dua etmek değil de  beddua etmek manasının verilmiş olması, en azından standard Türkçe için, bunun  19. yy.da dua ile ilgili manasıyla arkaizm olduğu yolundaki görüşümüzü  desteklemektedir. Standard Türkçe için dememizin sebebi, 20. yüzyılda Anadolu’da  (Soma ve Kastamonu’da) bu âdetin izinin  tespit edilmiş olması, bu sebeple  Anadolu ağızlarında yaşamış olması ihtimalinin bulunmasıdır. Ancak deyimin Derleme Sözlüğü’nde yer almamış olması, Anadolu ağızlarında yaşıyor olması  ihtimalini zayıflatmaktadır.

            baş aç- deyiminin bu incelemede söz konusu edilen dua ve yas  etme manalarının birbirleriyle alâkalı olduklarını, “beddua” manasının ise  sonradan ortaya çıktığı anlaşılıyor.  Dua, yaratıcı kudretin iradesine sığınmak  ve ondan yardım istemektir. İnsanların ölüm karşısındaki davranışları da bir tür  duayı andırır. Hem ölenin öteki dünyada rahat etmesini hem de ölümün  kendilerinden uzak durmasını isteyen insanlar dua ederler. Böylece dua esnasında  yapılan işler, ölüm karşısında da tekrarlanır. Bu durum başka bazı âdetlerde de  göze çarpmaktadır. Mesela çeşitli merasimlerde elbiseyi ters giymek böyledir.  Hem defin merasimi esnasında [veya yas süresince] hem de bazı dua merasimlerinde  elbisenin ters giyildiği tespit edilmiştir.

            Deyimin daha sonra  “beddua etmek” manasını  kazanmasına gelince:  Aslen dua ve yas ifade eden bir tabir olan baş aç- , zamanla “şikâyet  etme” manasını da kazanmış, muhtemelen “şikâyet” ve “dua” manalarının  birleşmesiyle “beddua etme” anlamında deyimleşmiştir. Dua ve yas esnasında baş  açma âdetinin zamanla unutulması sebebiyle bu deyim “beddua” manası  kuvvetlenerek muahhar sözlüklerin çoğunda bu şekilde tespit edilmiştir. Dua ve  yas âdetleriyle ilgili olup  daha sonra “beddua” manasını kazanan başka deyimler  de vardır. Mesela, başa toprak saç- deyimi de aslen  yas tutmayı ifade etmekle  birlikte dua etmek, şikayette bulunmak manalarını da taşır (Öztelli 1959, s.  1860). Tarama Sözlüğü’nde’de ise  “başına toprak”  deyimi: “Yazıklar  olsun, ölsün!” ve “başına toprak koy-” deyimi : “Ölümünü istemek” şeklinde  açıklanmıştır.  Demek ki  başına toprak saç-, başına toprak deyimleri de tıpkı baş aç-  deyimi gibi hem yas, hem de dua ile ilgili olup zamanla beddua etmek manasını  kazanmıştır.

4.         Sonuç

            Müslüman Türklerde başı örtülü bulundurmak dinî terbiyenin bir  gereği sayılır, başı açmak ise saygısızlık ve edepsizlik addedilirdi. Bu sebeple muhtelif merasimlerde rastlanan baş açmak âdetinin İslâm öncesi Türk  inanışlarıyla ilgili olduğunu düşünmek mümkündür. Ancak önemli olan bu âdetlerin  orijinini değil, ne olduğunu tespit etmektir. Bu çalışmamızda dua ve yas ile  ilgili âdetlerin bir parçası olan baş açmanın kaynaklardaki izlerini tespit  etmeye çalıştık. Metinlerde baş açmanın “dua etme, yas tutma, şikâyet ve beddua  etme” manalarıyla kullanıldığını göstermeye çalıştık.

Kaynakça

ACIPAYAMLI, O. (1963).   “Türkiyede Yağmur Duası”, DTCFD, XXI,1-2 (1963);  XXII, 1-2 (1964).

Ahmed Vefik Paşa (1306).  Lehçe-i Osmanî, 2 cilt, Dersaâdet.

AHUNDOV, E. (1978). Azerbaycan Halk Yazını Örnekleri, Çev. S. Tezcan, TDK  Yay. Ankara.

ALPTEKİN, C. (1983). Türkiye Selçukluları (Ders notları), Atatürk  Üniversitesi Edebiyat Fak. Tarih Bölümü ders notları no: 14, II. Baskı (teksir),  Erzurum.

Âriflerin Menkıbeleri (Menâkıbu’l-Ârifîn), Ahmed Eflâkî, Çeviren: Tahsin  Yazıcı, Maarif Vekâleti Yay. Ankara 1954.

Azerbaycan Dilinin İzahlı Lüğeti (1966), c. I, Bakı.

BULUÇ,  S. (1968). “Şamanizm”, İA, c. XI.

CANDAN,  M. (1961).  “Kastamonuda Yağmur Duası”, Türk Folklor Araştırmaları,  VI, 140, s. 2342.

D’OHSSON, M. de M.   XVIII. Yüzyıl Türkiyesinde Örf ve Âdetler, Çev. Z.  Yüksel, Tercüman 1001 Temel eser.

Dede Korkut Kitabı I, Haz. Muharrem Ergin, TDK Yay., Ankara 1968.

Derleme Sözlüğü II, TDK Yay. 2. Baskı, Ankara 1993.

Divan, Hayretî, Haz. Mehmed Çavuşoğlu.-  Ali Tanyeri İstanbul 1981.

Dîvân, Şem’î (Prizrenli), (Bendeki nüsha)

Düstûrnâme-i Enverî , Haz. Mükrimin Halil,  Türk Tarih Encümeni Külliyatı  15, İstanbul 1928.

ERTUĞ, Z. T. (1995). Osmanlı Devleti’nde XVI. Yüzyılda Cülûs ve Cenâze  Törenleri, Doktora tezi, İ. Ü. Sosyal Bilimler Enstitüsü.

ESİN, E. (1978). İslâmiyetten Önceki Türk Kültür Tarihi ve İslâma Giriş ,  TKEK c. II, 1/b’den ayrı basım, İstanbul.

Gazavât-ı Sultân Murâd Hân, Gelibolulu Zaifî Muhammed, Haz. Mehmet Sarı,  Doktora Tezi, İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, İstanbul 1995  (10. – 13. beyitler).

GÖLPINARLI, A. (1977). Tasavvuf’tan Dilimize Geçen Deyimler ve Atasözleri,  İnkılap ve Aka, İstanbul.

GÖZAYDIN, N. (1976). “Çuvaşlarda Yağmur Duası” Uluslararası Folklor ve Halk  Edebiyatı Semineri Bildirileri 27-29 Ekim 1975 Konya, Ankara, 44-48.

Gülistan Tercümesi, Giriş-İnceleme-Metin-Sözlük, Mahmûd b. Kadî-i Manyâs,  Haz. Mustafa Özkan, TDK Yay. Ank. 1993.

Gülistan Tercümesi, Seyf Sarayî,  Haz. Ali F. Karamanlıoğlu, TDK Yay.  Ankara 1989.

HAZAİ, G. (1973).  Das Osmanisch-Türkische im XVII. Jahrhundert untersuchunen  an den Transkriptionstexte von Jakab Nagy de Harsany, Budapest, 498 s.

Hurşid-nâme, Şeyhoğlu Mustafa, Haz. Hüseyin Ayan, Erzurum 1979.

Hüseyin Kâzım Kadri (1927), Büyük Türk Lügati, IV c. İstanbul.

İNAN, A. (1959). “Türlü Törenlerde Ters Giyme Âdeti”, Türk Folklor  Araştırmaları, V, 116, s. 1861;

İNAN, A. (1986). Tarihte ve Bugün Şamanizm, Materyaller ve Araştırmalar,  TTK Yay. III. Baskı, Ankara.

İNAN, A. (1987a) “Eski Türklerde Teslim ve İtaat Sembolleri”, Makaleler ve  İncelemeler, c.I, 2. Baskı, Ankara, s. 331-334.

İNAN, A. (1987b) “Müslüman Türklerde Şamanizm Kalıntıları”, Makaleler ve  İncelemeler, C.I, 2. Baskı, Ankara, s.462-479

KAFESOĞLU, İ. (1980). Eski Türk Dini, Kültür Bakanlığı Yay. 2. Baskı,  Ankara, 67 s.

Kutbname, Firdevsî-i Rumî,  Haz. İ. Olgun  – İ. Parmaksızoğlu,  TTK Yay.  Ankara 1980.

Leylâ ve Mecnûn (1981), Fuzûlî, Haz. Hüseyin Ayan, Dergâh yay. İstanbul.

Maktel-i Hüseyn, Bendeki eksik nüsha.

MANGAŞEV, S.D. (1991). “Beltir Türklerinde Gök Tanrıya Kurban Töreni” Çeviren:  A. İnan, Makaleler ve İncelemeler, c.II, Ankara, s. 215-221.

Mevlid (a), Muhibbî, Bendeki eksik bir nüsha.

Mevlid (b), Muhibbî, Süleymaniye Ktp. Laleli Nr. 3756/I.

Moğolların Gizli Tarihi I, Çeviren: Dr. Ahmet Temir, TTK Yay. Ankara  1948.

Musavver Dâiretü’l-Ma’ârif, Mehmed İzzet – Ali Reşad – Ali Seydi  Dersaâdet 1332 (1913).

Müzekki’n-Nüfûs, Eşrefoğlu Rumî,  Süleymaniye Ktp. Reşid Efendi, Nu. 727.

Necatî Bey Divanı (Seçmeler), Haz. Mehmed Çavuşoğlu, Tercüman 1001 Temel  Eser.

ONAY, A. T. (1992).  Eski Türk Edebiyatında Mazmunlar, Haz. Doç.Dr. Cemal  Kurnaz, TDV Yay., 77, Ankara.

OY, A.  (1960).  “Dede Korkut Kitabında Yas-Ölüm Törenleri” Türk Dili, c.  IX, sayı 108, s. 640.

ÖZTELLİ, C. (1959).  “Başa Toprak Saçmak ve Yas-Ölü Gelenekleri” Türk Folklor  Araştırmaları, V, 116,  s. 1860-1863.

ÖZTELLİ, C. (1974).  “Anadoluda Şamanlığın İzleri”, I. Uluslararası Türk  Folklor Semineri Bildirileri, Ankara, s. 410-413.

REDHOUSE, J.W. (1987).  A Turkish and English Lexicon. New Impression,  Lebanon.

ROUX, J. P. (1994). Türklerin ve Moğolların Eski Dini (La Religion des  turces et des mongols, Paris 1984), Çeviren A. Kazancıgil, İşaret Yay. İstanbul.

SARAÇ, Y. (1995): Şeyhülislam Kemal Paşazade (Hayatı, Şahsiyeti, Eserleri ve  Bazı Şiirleri), Risale Yay. İstanbul.

SCHILTBERGER, Johannes (1995) :  Türkler ve Tatarlar Arasında (1394-1427),  Als Sklave im Osmanischen Reich und bei den Tataren: 1394-1427, Çeviren:  Turgut Akpınar, İletişim Yay. İstanbul 1995.

SCHIMMEL, A. (1955). Dinler Tarihine Giriş, A.Ü. İlâhiyat Fakültesi Yay.  Ankara.

Seyâhat-nâme, Evliya Çelebi, Topkapı Sarayı Müzesi Ktp.,  Bağdad 304,  c.I-II.

Seyâhatname, İbn Batuta, Şerif Paşa Tercümesi, c.I, İst. 1333-1335.

Solakzade Tarihi, İstanbul 1297 (1298).

SPULER, B. (1957). İran Moğolları, Siyaset, idare ve kültür, İlhanlılar  devri, 1220-1350, Çeviren: Cemal Köprülü, TTK Yay. Ankara.

SÜMER, F. (1972). Oğuzlar (Türkmenler), DTCF Yay. 2. Baskı, Ankara.

SÜMER, F. – Ali  Sevim (1971). İslâm Kaynaklarına Göre Malazgirt Savaşı,  TTK Yay. Ankara.

Şemseddin Sami. Kamus-ı Türkî, Dersaâdet 1317.

ŞERİF N. (1940).  “Somada Yağmur Duası” Halk Bilgisi Haberleri, Yıl 9,  sayı 108, s. 297-299.

Şeyhi Divanı, Tarama Sözlüğü ve Nüsha Farkları, TDK Yay. İst. 1942. Tıpkı  basım, s. İstanbul 1981.

TAN,  N. K. “Karahan’da Ölü Gömme  ve Yas Tutma” Türk Folklor Araştırmaları,  IX, 189, s. 3712-3713.

Tarama  Sözlüğü,Haz. Cem Dilçin, TDK Yay. c. I, Ankara 1963.

TURAN, O. (1969). Selçuklular Tarihi ve Türk İslâm Medeniyeti, 2. baskı,  İstanbul

TURAN, O. (1978). Türk Cihan Hakimiyeti Mefkûresi Tarihi, c. I-II, 2.  baskı, İstanbul.

UZLUK, F. N. (1963). “Karamanoğulları Hakkında İki Ağıt” Türk Dili  Araştırmaları Yıllığı Belleten 1962, Ankara.

UZUNÇARŞILI, İ. H. (1988). Osmanlı Devleti Teşkilatına Medhal, TTK Yay.  4. Baskı Ankara.

Zafername,Ziya Paşa, Haz. F. Şahoğlu, Tercüman 1001 Temel Eser.

Zatî, Zati Divanı, Gazeller Kısmı III. c., Haz. Mehmed Çavuşoğlu – M. Ali  Tanyeri İstanbul 1987.

Zeynü’ddin Ahmed b. Ahmed b. Abdi’l-Latifi’z-Zebîdî, Sahîh-i Buhârî Muhtasarı  Tecrîd-i Sarîh Tercemesi, Mütercimi: Ahmed Naim, Diyanet İşleri Başkanlığı  Yay. c. III, 9. Baskı, 1985.

ZUHAYLÎ, V. (1990). İslâm Fıkhı Ansiklopedisi [= el-Fıkhu’l-İslâmiyyu ve  edilletühü], Red. Hamdi Arslan, X c., Risale Yay. İstanbul.


             İslâm dininde ibadet esnasında başı örtülü bulundurmak (meselâ sarıklı),      örtüsüz bulundurmaktan daha faziletlidir. Ancak bunun yegâne istisnası hac     ve umre esnasında, ihramlı iken başın açık bulundurulmasıdır. Bu, ihramın     vaciplerindendir (ZUHAYLÎ, c.3, 473; c.4, 85-86, 97-98). Ancak bu sadece     ihrama mahsus, ihramlı bulunmakla ilgili bir durum olup dikişsiz elbise ve     dikişsiz ayakkabı giymek, koku sürmemek, tırnak kesmemek, tıraş olmamak gibi     başka bir takım vaciplerle birlikte, insanların Allah’ın davetine en yalın     halleriyle çıkmaları gibi bir mânâ taşımaktadır. Hususî olarak dua etme veya     yas tutmanın âdâbından değildir.

Jakab     Nagy de Harsany’nin “Colloquia Familiaria Turcico-Latino” (1672) isimli     eserinde geçen -normalize ettiğimiz- şu ifadeler baş açmanın Müslüman Türk     toplumunda XVII. yüzyılda ayıp sayıldığını gösteriyor: “-Ne açarsın başını?      Ört başını, zira âdet değildir. Padişah yanında dahi kimse başını açmaz. –      Her vilâyetin başka âdeti (töresi) vardır. – Hoş, ama Osmanlıda ayıptır. –       Ben Osmanlı değilim. – Gâvur musun?”. Hazai,  s. 34.

XVIII.     yüzyıla ait bir seyahatname de benzeri bilgiler verilmektedir: “Bir Türkün     kılığı ne olursa olsun, giydiği başlık, onu diğerlerinden ayırmaya yeter.     Müslümanlar hiç bir zaman, ne sarayda, ne padişahın huzurunda, ne de camide     başlarını açmazlar. Onlar için başını açmamak  bir terbiye, edeplilik     nişanesidir. Öyle ki, Avrupalıların da aynı şekilde hareket etmesi gerekir.     Bu bakımdan hiç bir Avrupalı bir Türkün karşısında şapkasını çıkarmaz. Her     türlü merasimde olduğu gibi veziriazamın, hatta padişahın  huzurunda bile,     sefirler ve beraberindeki eşhas başlarını açmadan dururlar.”  (D’OHSSON , s.     86).

A. T.     Onay’da “baş açmak” deyimini izah ederken şöyle diyor: “Şapkanın millî     serpuş olarak kabûlüne kadar değil bir mecliste, hatta tenhâ bir yerde bile     baş açık oturmak pek ayıp sayılırdı. Hatta zevk erbabının bile işret     meclislerinde baş açık oturmaları meclise karşı hürmetsizlik telâkki     olunurdu. Necati’nin şu beyti bu hususta dikkate değer:

Devr el vermiş iken yürüt ayagı sâkî

Baş açık nuş edelim nam ile nengi suya sal ”  (ONAY, s.68).

Bunların yanında semavî dinlerden meselâ Yahudilikte dua esnasında baş      örtülü bulunmaktadır (SCHIMMEL, 113).

   Mesela Roux (s.25), aslında “dinsiz” olan Moğolların siyasi hakimiyetlerini     güçlendirmek için Tu-kuiu’ların, yani proto-Türklerin dini temalarını      benimsediklerini, Türklerin dininin sonradan bir Moğol dini haline geldiğini     ifade etmektedir.

Bu teslim ve itaat sembolleri hakkında İNAN 1987a, s. 331-334’ya     bakılmalıdır.

    Moğolların     Gizli Tarihi I, s. 40-41.

    Turan’ın kaynağı Cuveyni, Tarih-i Cihân-güşâ, I, s. 62’dir.

   Ravzatü’s-Safa [Mirhond b. Havend Şah b. Mahmud, Matbu nüsha 1332, s. 95-97.     Bu bilgiyi SÜMER 1971, s. 70 ‘den naklettik.

Turan’ın kaynağı Gaffarî, Nigaristan, s. 54b-55b’dir.

“Soma’da     yağmur duası şöyle olur:

(…)     Bu suretle hocalar duaya başlar ve bir tanesi cübbesini tersine giyerek     minbere yahut musalla taşı üzerine çıkarak hutbe okurmuş. Herkes     parmaklarının uçları yere müteveccih olarak ellerini sarkıtırlar ve     çocukları “âmin âmin” diye bağırtırlarmış. Duada başlar açık olduğu gibi      herkes de dua mahalline eski elbiselerle gelirmiş.” (Bu malumat 1929 senesi     ikinci teşrininde millet mekteplerine devam eden halktan ve bilhassa     kadınlardan toplanmıştır.)  (ŞERİF,  s. 297-299).

     “Kastamonu’da     yağmur duasına çıkmak için bir gün önceden hazırlık yapılır (…) vakti     gelince cemaatle namaz kılınır. Sonra herkes birbiriyle helallaşır, tövbeler     edilir. Dış elbiseler ters giyilir, başlar açılır. İmam veya hoca yüksek     sesle duaya başlar.” (CANDAN, s. 2342).

     N.     Gözaydın, bu tebliğdeki malûmatı N. I. Aşmarin’in Thesaurus Linguae     Tschuvaschorum adlı on yedi ciltlik Çuvaş Dili Sözlüğü’nden almıştır:

“…Bu esnada, insanlar herhangi bir dua okurlar. Yaşlılar ceketlerini     giyerler, şapkalarını kollarının altına alırlar ve bu şekilde dua     ederler…” a.g.e., s. 45; “…Pişen darıyı da bir dere yakınındaki tepe     üzerine koyarlar. Sonra yaşlı erkekler ve şaman kadınları, şapkalarını      koltuk altlarına kıstırıp dua ederler…” a.y.; “…Yemeğin pişmesi     bittiğinde ve herkes hazır bulunduğunda, yaşlı erkekler nehrin kıyısına iner     ve orada dua ederler. İlk kelime olarak: «Vutıs (=Su tanrısı), merhamet et;     Vutıs, merhamet et!» derler. Bu esnada kasket veya şapkalarını kollarının     altına alırlar…” a.g.e., s. 47.

     Hz. Muhammed’in (s.a.v.) yaptığı yağmur dualarıyla ilgili şu kaynağa     bakılabilir: Sahîh-i Buhârî Muhtasarı, s. 249 ve ötesi.. Burada     kaydedilen hadislere göre Hz. Muhammed (s.a.v.) yağmur duası esnasında     ridasını ters çevirmiş, ancak başını açmamıştır.

     Sadi’nin Gülistan’ının Mahmûd b. Kadî-i Manyâs tarafında Anadolu Türkçesine     yapılan tercümesinde ise baş aç- tabiri geçmemektedir: “Bu derede bir agaç     vardur ki, ziyâretgâhdur. Ve halk hâcet dileyü anda varurlar. Niçe uzun     giceler Bârî Ta’âlâya yalvardum…” (Gülistan Tercümesi 1993, s.     207).

     Bu  beytin Hüsnü Paşa ağzından yazılan şerhinde “kıble” kelimesi şöyle     açıklanmıştır: “Kıble: Beyt-i Mükerremenin bulunduğu cihet manasına. Hacının     duası makbul olur derler. Lâkin bu gibi şiirlerin duasında baş açmak,      şimdiye kadar görülüp işitilmemiş olduğundan, ihtimaldir ki, Nâzım-ı nahrir     [nıhrîr] bununla “Ey Aşık Ömer! Aç başını tuz sürecekler” mısraına işaret     buyurmuştur.” (Zafername, s. 180).

     İNAN 1986, “Ölüm ve Ölüler Kültü” bölümü, s. 176-200; ROUX, “Cenaze     Merasimleri” bölümü, s. 219-229. Ayrıca İNAN 1987b’de defin töreniyle ilgili     çeşitli âdetlerin müslüman Türkler arasındaki kalıntıları tespit edilmiştir.

     E. Esin, bunlara ilâve olarak Türk erkeklerinin saçlarının uzun olduğunu,     Kök-türk beylerinin saçlarının umumiyetle uzun olup serbest dalgalandığını,      ve ancak matem sebebiyle kesildiğini ifade ediyor (ESİN, 106). Bu eserin     sonunda yer alan LVI/a ve LVI/b numaralı levhalardaki tasvirlerde de saç     kesmek, yüzü hançerle kesmek gibi çeşitli yas âdetleri açıkça görülmektedir.

     Akkoyunlularla ilgili bu bilginin kaynağı Fazlullah b. Ruzbehan’ın     Tarih-i Âlem-ârâ-yı Eminî [Süleymaniye, Fatih Ktp. no. 4431, 170a-171b]     isimli eseridir. Bk. SÜMER 1972, s. 414.

     “…Dede     Korkut’ta tasvir edilen matemde görülen yüz yırtıp, saç yolup ağlamak,     bağıra çağıra ağıt söylemek, beyaz çıkarıp kara giymek, ölünün bindiği atın     kuyruğunu kesmek, at kesip aş vermek tamamiyle Şamanizmin ölüler kültüne     mahsus ayinlerdeki unsurlardır.” (İNAN 1987b, s. 470). Ayrıca bk. OY, s.     640.

     “Vezir-i     a’zam Pîrî Paşa ve cümle solaklar kethüdaları ve odabaşıları hazır olduğı      halde hitab etti ki: «Yoldaşlar! Emr ü ferman, hazret-i Rabbülalemin     hazretlerinindir. Sultan Selim Han hazretleri saadetle âhirete intikal     eylediler. Hâlâ padişah-ı âlem-penah sultan Süleyman Han-ı zaman hazretleri     saadet ü ikbal ile İstanbul’da tahta cülus ettiler. Varun anda bulun!»      dediği gibi biçareler heman üsküflerin yere urup başlarına  topraklar     saçtılar.” Solakzade Tarihi, s. 422-423.  Bu metinde geçen başa     toprak saçmak da bir matem ifadesidir. bk. ÖZTELLİ 1959, s. 1860.  Azeri     sahasına ait şu dörtlükde de aynı geleneğin izleri görülür:

“Eledimi gül ağlar

Bülbül ağlar, gül ağlar,

Oğlu ölen analar

Başa töker kül ağlar”   (AHUNDOV, s. 71).

     Defin     merasimi esnasında veya yas süresince elbisenin ters giyilmesi hakkında bk.      İnan 1959, s. 1861, İnan 1986, s. 199,  Tan,  s. 3712-3713, Öztelli 1959.

Yağmur duası esnasında elbisenin ters giyilmesi hakkında bk. Acıpayamlı.      Türkiye’nin çeşitli yörelerindeki yağmur duasıyla ilgili âdetlerin     değerlendirildiği bu kıymetli çalışmada “elbiseyi ters giyme”nin yaygın bir     motif olark tespit edildiği görülmektedir. O. Acıpayamlı “ters giyme”yi  yas     alâmeti olarak değerlendiren C. Öztelli ve A. İnan’ın görüşlerine     katılmayarak, bunun “talihi ters çevirme” gayesine  yönelik bir “taklidî     maji” olduğunu savunmaktadır. Yağmur duası esnasında dış elbiseyi ters     giymenin “sünnet” olduğunu belirtmek gerekir, ki bu âdetin İslâmî bir     kaynağı olduğunu gösterir:  Sahih-i Buharî Muhtasarı Tecrîd-i Sarîh     Tercemesi ve Şerhi, c. 3’te yer alan (nr. 533)  Abdullah İbni Zeyd’in     (r.a.) naklettiği bir hadiste böyle bir uygulama rivayet edilmiştir. Hadisin      şerhinde “bunun bir tefe’ül olduğu, elbisemiz nasıl değiştiyse içinde     bulunduğumuz kıtlık hali de öylece değişsin, şeklinde bir manayı taşıdığı”      ifade edilmiştir (s. 262-265). Bazı mezhep imamları yağmur duası esnasında     elbiseyi ters giymenin hem imam hem cemaat hakkında meşru olduğunu     söylerken, bu Ebû Hanife’ye göre meşru değildir. a.e. 262, 265.

     Tarama     Sözlüğü, I, s. 437’de başına toprak koymak deyiminin tanıklarından biri      şöyledir: “Padişah avratlar gibi sağu sağdı, yüzün yırttı, başına toprak     koydu, tonun yırttı (Ferec ba’de’ş-şidde, XV. yy, 221)”. Burada  henüz bir     deyimleşmenin söz konusu olmadığı, o devirde ölüm kültü çevresinde     yapılagelen bir âdete işaret edildiği görülmektedir. Ancak başına toprak     ifadesinin “beddua” manasında deyimleştiği açıktır: “Toprak ol kutsuzun     başına kim ol padişah dergahına kendözin toprak eylemeye! (Tuhfetü’l-Letâif.     Abdulcebbar oğlu Ahmed, XV. yy, 168)” TS, I, 436. Öztelli (1974, s.    410-413), Tarama Sözlüğü’nde bu deyime verilen “yazıklar olsun,     ölsün”manasının yanlış olup, bunun  çok zor durumlarda “Yer Tanrı”ya     sığınmak olduğunu savunmuştur. Ancak bu âdet her ne kadar eski Türk     inanışlarıyla ilgili olabilirse de, daha sonra “beddua” manasını ifade     ettiği açıktır. Bu açıdan Tarama Sözlüğü’ndeki izah yanlış değildir. Nitekim     Öztelli, aynı makalesinde başa toprak savurmak deyiminin “bir kargış olarak”     özellikle Kuzey Doğu Anadolu’da kullanılmakta olduğunu söylemiştir (1974).

Etiketler:

Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış.