Custom Search

Servet-i Funun Sanatçıları

24 Ocak 2013

SERVET-İ FUNUN SANATÇILARI

TEVFİK FİKRET (1867 – 1915)

Tevfik Fikret’in o Tarih-i Kadîm’i yok mu, işte o, dünyada yapılması gereken bütün devrimlerin kaynağıdır.” (M. Kemal ATATÜRK)

İstanbul’da doğmuştur. Babası mutasarrıflardan Hüseyin Efendidir. Galatasaray Sultanisinde okurken edebiyatla da ilgilenmeye başlar. Fikret, okul yaşamını çalışkanlığı ve başarısıyla örnek bir öğrenci olarak geçirir. Okulu birincilikle bitirir, Hariciye Nezareti İstişare Odasına girer. Burada iş çok az olduğundan bir süre sonra istifa ederek ayrılır. Daha sonra kendisine getirilen birikmiş aylıklarını çalışılmadan kazanılmış olduğu gerekçesiyle kabul etmez. Bu olay Fikret’in kişiliği ve ahlâk anlayışı hakkında bir görüş verir. Tevfik Fikret, Ticaret Mekteb-i Âlisinde Fransızca ve yazı dersleri verir.

Galatasaray Sultanisinde Türkçe öğretmenliği yapar. Bu görevdeyken hükümetin bütçe açığını memur maaşlarından kesinti yaparak kapatmaya kalkması üzerine “mantıksız bir hükumete hizmet edemeyeceğini” bildirerek istifa eder. “1891 yılı, Tevfik Fikret için önemlidir. Çünkü oğlu Halûk doğmuştur. Şairimiz ilerde Halûk’un kişiliğinde gençliğe seslenecektir. Bu yıllarda Mirsad, Malûmat, Maarif gibi dergilerde şiirleri yayımlanıyordu. 1896 yılında, Recâizade Mahmut Ekrem, Galatasaray Sultanîsinden öğrencisi olan Tevfik Fikret’i bir başka öğrencisiyle, Serveti fünun dergisinin sahibi Ahmet İhsan’la tanıştırır. Tevfik Fikret bu derginin edebiyat bölümünün başyazarlığına getirilir. Yetenekli genç edebiyatçılar bu dergi etrafında toplanmaya başlar. “1899 yılında Robert Kolejde edebiyat öğretmenliğine başlar. Bu görevi 1910 yılına kadar ara vermeden sürdürür.

Robert Kolejdeki görevinin dışında bütün zamanlarını Servetifünuna ayırır. II. Abdülhamit’in baskısı gittikçe artar. 1898 yılında bir bahaneyle Tevfik Fikret de tutuklanır, birkaç gün sonra serbest bırakılır. 1901 yılında Servetifünun hükümet taradan kapatılınca Bebek’teki “Aşiyan” adını verdiği evine çekilir. Derginin yeniden yayımlanmasına rağmen Fikret geri dönmez. Bu dönemde baskı dönemi şiirlerini yazar. Bu şiirlerin yayımlanma ortamı yoktu. Ancak kulaktan kulağa yayılıyordu. 1908’de II. Meşrutiyetin ilânı Tevfik Fikret’i ümitlendirir. Hüseyin Cahit‘le birlikte Tanin gazetesini kurar. Ancak politika Fikret’in karakterine uygun değildi. Politikanın ikiyüzlü, çıkarcı, hiçbir ahlâk kuralı tanımayan gerçeği, Fikret’ in gazeteden ayrılmasına neden II. Meşrutiyetle, II. Abdülhamit’in baskıcı saltanatı döneminde yazdığı karamsar şiirlerin yerine halka umut veren şiirler yazar. Ancak kısa zamanda, verdikleri sözleri yerine getirmeyen, meşrutiyet ve özgürlük ortamını kendi çıkarları doğrultusunda kullanan yöneticilere Doksan Beşe Doğru, Hân-ı Yağma şiirleriyle sert eleştiriler yöneltir. İttihat ve Terakki Cemiyetinin önerdiği Millî Eğitim Bakanlığını reddeder.

1909 yılında Galatasaray Sultanîsinin müdürlüğünü, bakanlığa tercih eder. Ancak okulda yaptığı yenilikler dedikodu konusu olunca 1910’da müdürlükten ayrılır. Darülfünun ve Dârülmualliminde verdiği dersleri de bırakarak Aşiyan’a çekilir. Bu son dönemini çocuklar için hece ölçüsüyle şiirler yazarak geçirir. Bu şiirleri Şermin adlı kitapta toplar. 1915 yılında şeker hastalığından ölür. Edebiyattaki Yeri ve Önemi: Fikret, Galatasaray Lisesindeki öğrenciliği sırasında, hem yeni edebiyatın önemli adlarından Recâizade Mahmut Ekrem’ de eskinin temsilcisi Muallim Naci‘nin öğrencisi olmuştur. Bu iki edebiyatı, bu iki şairin kişiliğinde görme ve tanıma olanağı bulur. İlk şiirlerinde, bahar, şarap, aşk gibi eski edebiyatın konularını işler ve katıldığı iki şiir yarışmasında da birincilik kazanarak şiir çevrelerinde tanınır.

Servetifünun Dönemi, onun “Sanat, sanat içindir.” ilkesiyle bireyci bir karakter gösteren şiirler yazdığı dönemdir. Bu dönemdeki şiirleri topluma ve yaşama uzaktır. İmge ve duyguya dayalı karamsar bir hava taşıyan şiirler yazar. Ama şiirlerindeki insancıl yan, kendini her zaman belli eder. Daha çok batı şiirini tanıdığı ve kendi şiirini olgunlaştırdığı bu dönem, eski-yeni tartışmaları ile geçer. Eskiye verilecek en güzel yanıt iyi şiirlerdir. Bu dönemden sonra Valide’de kucağında çocuğuyla dilenmek zorunda bırakılan anayı, Halûk’un Bayramı’nda bayramı kutlayamayan yoksul çocukları, Verin Zavallılara’da depremzede yurttaşları anlatır. Balıkçılar, ekmeğini denizden kazanan yoksul balıkçılar için yazılır. Bu şiirlerine egemen olan bireysel acıma, zamanla toplumcu başkaldırıya dönüşür.

II. Abdülhamit’in baskısını Sis şiirinde yansıtır. O günün kokuşmuş toplumsal ortamını sergiler. Bu şiiri Sabah Olursa, Mazi-Âti, Bir Lâhza-i Teahhur izleyecektir. Ancak bu şiirlerin o dönemde yayımlanması olanaksızdır. Onun için kişiler önemli değildir. İttihat ve Terakki yöneticileri için Doksanbeşe Doğru’yu yazmaktan kaçınmaz. Rübabın Cevabı, Revzen-i Mahlû, Han-ı Yağma, İttihat ve Terakki yöneticilerini kıyasıya eleştirdiği şiirlerdir. Şiirleri ve sanat anlayışı bireycilikten toplumculuğa doğru yönelmiştir. Bu dönemin en önemli yapıtı Tarih-i Kadim’dir. Bu uzun şiirde insanı ezen, acı veren her şeye baş kaldırır.

Halûk’un Defteri ile oğlu Halûk’a seslenirken o, gerçekte bu toplumun geleceği olan çocuklara ve gençlere öğütler verir. Namık Kemal‘de toplumcu bir anlayış taşıyan özgürlük kavramı, Tevfik Fikret’te toplumcu olduğu kadar bireycidir. Onun için bireyin özgürlüğü de önemlidir. Zaman zaman neşeden kedere, ümitten ümitsizliğe geçen duygusal bir yapıya sahiptir. Onca ahlâk kavramı kesindir. Kendisi bir ahlâk anıtı gibi temiz, dürüst ve doğrudur. O, bir dürüstlük ve yurtseverlik örneğidir. Zorbalığın, tutuculuğun, haksızlığın, rüşvetçiliğe ve ikiyüzlülüğün alabildiğine yaygın olduğu bir ortamda yaşadı, ama onu en çok yakın çevresindekilerin bocalamaları üzmüştür. Tevfik Fikret, yalnızca bir şair olarak değil, insan olarak da örnek biridir. “Hak bellediğin yolda yalnız gideceksin.” derken bunu öncelikle kendi yaşamında uygulayabilmiştir.

HALİT ZİYA UŞAKLIGİL (1866 – 1945)

İstanbul’da doğmuştur. Halı tüccarı Hacı Halil Efendinin oğludur. ilköğrenimini Mercan Mahalle Mektebinde yapar. Fatih Askerî Rüştiyesini bitirdikten dedesinin yanına İzmir’e gönderilir. Orada Fransız Mechitaristes (Meşitaristler ) okulunda okur. Öğrenciliği sırasında Fransızcadan çeviriler yapmaya başlamıştı. 19 yaşında, bir arkadaşıyla birlikte Nevruz gazetesini çıkarır. Fransızca öğretmenliği yapar. Osmanlı Bankasında çalışmaya başlayınca Hikmet ve Ahenk gazetelerini çıkarır. 1885 yılında ilk romanı Sefile’yi yayımlar. 1893’te İstanbul Reji Müdürlüğüne başkâtip olarak girer. Recâizade Mahmut Ekrem‘in desteğiyle Servetifünun topluluğuna katılır. Mai ve Siyah, Aşk-ı Memnu gibi ünlü romanları bu dergide yayımlanır.

Derginin kapatılmasından II. Meşrutiyete kadar hiçbir yazı yayımlamaz. Sultan Reşat’ın padişah olmasıyla sarayda mabeyn başkâtipliğine getirilir. Görevi dört yıl sürer. Hükümet tarafından Fransa (1913) ve Almanya’ya (1915) gönderilir. Daha sonraki yıllarda Yeşilköy’deki köşküne çekilerek kendisini bütünüyle edebiyata verir. Oğlu Halil Vedat’ın genç yaşta ölümü yazarı derinden etkiler. 1945’te ölür. Edebiyattaki Yeri ve Önemi: Halit Ziya, bir kolu İzmir ‘de, diğer kolu İstanbul’da bulunan ve “Uşakîzadeler” diye anılan varlıklı ve büyük bir ailenin çocuğudur. Sanat ve edebiyatın konuşulduğu, kitap okunan bir ortamda yetişir. Küçük yaşta yabancı dil dersleri alır. Bol Türkçe ve Fransızca kitap okuma olanağı bulur. İlk edebiyat çalışmaları da Fransızcadan yaptığı roman çevirileridir.

Servetifünuncular arasında en kültürlü yazarlardan birisidir. Fransızcadan başka İngilizce, Almanca, İtalyanca, Arapça ve Farsça biliyordu. Tanzimatçıları okumuş ve karşılaştırma olanağı bulmuştur. Çevirilerini yaparken kendine özgü tümce yapısını da kurmuş; yazdığı roman ve öykülerle Servetifünuncuları yönlendirmiştir. Servetifünun şiirinde Tevfik Fikret, Cenap Sahabettin ne ise, düz yazıda da Halit Ziya Uşaklıgil odur. İlk döneminde süslü düz yazıyla yazdığı yazılar büyük ilgi görmüştür. Zamanında alışılmış kuralların dışında, Fransız söz diziminden de etkilenerek özgün bir tümce yapısına ulaşmıştır. Türkçenin anlatım gücünü araştırmış, ancak bol yabancı sözcük kullanarak dilini ağırlaştırmıştır. Önceleri dilde özleşmeye karşı çıkarken yaşamının son yıllarında kendi yapıtlarını yalınlaştırmıştır.

Halit Ziya, Türk romanında bir aşamadır. Cumhuriyet öncesi dönemimizin en usta romancısıdır. Romanları teknik bakımdan kusursuzdur. Kişiler kendi çevresinin yaşayan insanlarıdır. Duygusal ve düşünsel çözümlemeler sağlamdır. İyi bir gözlemcidir. Türk romancılığının temel çerçevesini batılı bir anlayışıyla çizer. Tanzimat’tan Cumhuriyete bir köprü oluşturur. Yaşadığı dönemi ve ortamı yansıtmada, zamanının romancılarından hiçbirisi ona ulaşamaz. Romantiklerin etkisinde realist bu çizgi izler. Romanlarının konularını aydın çevrelerden seçmesine ve genellikle konak yaşamı çevresinde kurmasına karşın öykülerinde daha çok halkın arasına girmeye çalışır. Bu nedenle öykülerinde daha çok yerli hava vardır.

Öykülerinde, Maupassant biçimi egemendir. Öykü, Halit Ziya’nın çok sevdiği, çok başarılı olduğu ve bol ürün verdiği bir alandır. Yüz elliden fazla öyküsünü beş kitapta toplamıştır. Roman ve öykülerinden başka sanat ve edebiyatla ilgili görüşlerini ve anılarını yazmıştır. Yapıtları Romanları: Sefile, Nemide, Bir Ölünün Defteri, Ferdi ve Şürekası, Mai ve Siyah, Aşk-ı Memnu, Kırık Hayatlar, Nesli Ahir. Öyküleri: Bir İzdivacın Tarih-i Muaşakası, Bir Muhtıranın Son Yaprakları, Nakil, Bir Hikâye-i Sevda, Hepsinden Acı, Aşka Dair, Onu Beklerken, İhtiyar Dost.

Tiyatroları: Kabus Fare (uyarlama), Füruzan (uyarlama). Mensur Şiirleri: Mensur Şiirler, Mezardan Sesler. Anıları: Kırk Yıl, Saray ve Ötesi, Bir Acı Hikâye.

HÜSEYİN CAHİT YALÇIN

Hüseyin Cahit Yalçın (d. 1875 – ö. 1957) yazı hayatına Servet-i Fünun döneminde edebiyatçı olarak başlamış, II. Meşrutiyet, Atatürk, İsmet İnönü ve DP dönemlerinde her daim sert kalemiyle yazdığı polemik ve eleştirilerle ve aynı zamanda da kültürün yaygınlaşmasına destekleriyle akıllarda kalmış, gazeteci, yazar, siyaset adamıdır. 1908de U. Meşrutiyetin ilanı ile edebiyatı bırakmış ve politikaya girmiştir. Ağustos 1908’de Tevfik Fikret ve Hüseyin Kazım ile birlikte Tanin Gazetesini kurdu, İttihat ve Terakkinin siyasi alanda bir nevi kalemşoru oldu.

Aynı yıl, 1908-1912 Osmanlı Meclisi Mebusanına İstanbul milletvekili seçildi. 1911’de Düyunu Umumiye Dayinler vekili oldu. 1913’ten sonra tek parti hâline gelen İttihat ve Terakkiyi eleştirmeye başladı. Haziran 1919da Malta’ya sürüldü. 1922’de Tanin’i yeniden çıkarmaya başladı. Hükümete yönelttiği ağır eleştiriler ve eski İttihatçıları savunması dolayısıyla 1923’te İstiklal Mahkemesi’nde yargılandı. 1925’te müebbet sürgün cezası ile Çorum’a gönderildi. Bu tarihten sonra, Atatürk’ün ölümüne kadar politikanın dışında kaldı.

1933’te Akşam gazetesinde yazılar yazmaya ve Türk kültür hayatının önemli yayın organlarından biri olan Fikir Hareketleri dergisini yayımlamaya başladı. Atatürk’ün ölümünden sonra, İsmet İnönü’nün teklifiyle tekrar politikaya döndü. 1939-1954 yılları arasında Çankırı, İstanbul ve Kars milletvekilliği yaptı. 1954’de 79 yaşında tutuklanarak hapse girdi çıktı. 1957 yılında ölmüştür. Biraz Daha Hakikat adlı metin yazarın sert kişiliğini, eleştirici yönünü ortaya koyması bakımından, kitabın adının “Kavgalarım” olduğu da düşünülürse ilişkilidir.

MEHMET RAUF (1875 – 1931)

İstanbul’da doğmuştur. Kütahyalı Hafız Ahmet Efendinin oğludur. Soğuk Çeşme Askerî Rüştiyesinde, Mekteb-i Bahriyede okur. Henüz Mekteb-i Bahriyede öğrenciyken yazdığı öyküler, Servetifünunda yayımlanmaya başlar. İngilizce ve Fransızca öğrenir. Deniz subayı olarak donanmaya girdikten sonra da yazmayı sürdürür. Donanmayla birlikte önce Girit’e sonra da Almanya’ya gönderilir. Öyküleri Hizmet’te yayımlanıyordu. Servetifünun şair ve yazarlarından Tevfik Fikret, Cenap Şehabettin ve Hüseyin Cahit’le tanışır. İngilizce ve Fransızca bilmesi, ona bu dillerin edebiyatlarını izleme ve tanıma olanağı vermiştir. Romancılığı üzerinde Halit Ziya’nın büyük etkisi olmuştur.

Edebiyattaki Yeri ve Önemi: En önemli romanı Eylül, 1900 yılında Servetifünûn’da bölümler hâlinde yayımlanır. Bu roman Türk edebiyatında psikolojik romanının ilk başarılı örneğidir. Bu romanda Mehmet Rauf, bir aşk olayını ele almış ve kahramanlarının ruh çözümlemelerini yapmıştır. Bu çözümlemeler ile birlikte kahramanların duygu, düşünce ve umutlarını vermiştir. Yazarın bu romanın düzeyine ulaşabilen başka yapıtı yoktur. Halit Ziya’dan sonra döneminin en önemli yazarlarındandır.

Halit Ziya ile birlikte yeni edebiyatın roman ve öyküsünü oluşturmuştur. Mehmet Rauf’un hemen hemen bütün roman ve öykülerinde temel konu aşktır. Eylül romanında yüce ve temiz bir kavram olarak ele alınan ve işlenen aşk teması, daha sonraları ahlâk sınırlarını aşacaktır. Nitekim Zambak adlı öykü yüzünden ordudan ayrılmak zorunda kalacaktır. Bundan sonraki yaşamını kalemiyle kazanmaya çalışacak, dergi ve gazeteler çıkaracaktır. Mehmet Rauf’un öykü ve romanlarında kendi özel yaşamından güçlü izi görülür. Sanki yaşadıkları ve yaşamayı düşledikleri öykü ve roman olarak karşımı çıkar. Dili, dönemine göre yalın ancak özensizdir.

Yapıtlarında başarılı olduğu yön, ruh çözümlemeleri olup düşünce ve teknik yönlerden önemli bir yenilik getirmez. Düz yazımsı (mensur) şiirleri de döneminde başarılı bulunmuştur. Yapıtları Romanları: Eylül, Ferdâ-yı Garam, Genç Kız Kalbi, Karanfil ve Yasemin Böğürtlen, Define, Son Yıldız, Ceriha, Kan Damlası, Halâs, Yara. Öyküleri: İhtizâr, Son Emel, Kadın İsterse, Pervaneler Gibi. Tiyatroları: Pençe, Cidal, Yağmurdan Doluya, Sansar. Düz yazımsı şiirleri: Siyah İnciler.

AHMET HİKMET MÜFTÜOĞLU

1870 İstanbul’da doğdu. Babası Müftüoğlu Sezai Bey’dir. Dedesi Yunanlılar tarafından şehid edilen Mora Müftüsü Abdülhalim Efendi’dir. Dedesinin müftü olması sebebiyle Müftüoğlu adını almıştır. Ahmed Hikmet, sık sık hastalanması sebebiyle okula muntazaman devam edememesine rağmen, Dökmecilerdeki Taş Mektebi ile Mahmudiye Vakıf ve Soğuk-çeşme Askeri Rüşdiyesi ‘ni bitirerek Galatasaray Mekteb-i Sultanisi ‘ne girdi. Dördüncü sınıftayken ilk eserinin basılışı edebiyata ilgisini artırdı. 1888’de Galatasaray’ı bitirdi ve Hariciye Nezareti Umur-ı Şehbenderi Kalemine memur tayin edildi ve vazifesi dışında Fransızcadan roman tercümeleri yaptı.

Marsilya, Pire ve 1890 yılında da Kafkasya ‘ya gönderildi. Sefaretlerde çalışan yazar, 1896’da İstanbul’a dönerek Umur-ı Şehbenderi Kalemi Ser-haîifeliği’ne getirildi. Meşrutiyete kadar Hariciye Nezareti merkezinde çalıştı. Bir yıla yakın Nafia Nezaretinde, Ticaret Müdiriyet-i Umumiyesi’nde vazife aldı. Tekrar Hariciye Nezaretine dönerek 1912’de Peşte Başşehbenderi oldu. Bu tarihe kadar geçen zaman içinde Ahmed Hikmet, 1908 yılında Türk Demeği ‘nin ve 1911 yılında da Türk Yurdu’nun kurucu üyesi olarak hizmet verdi. 1918’de İstanbul’a dönen yazar, 1924 yılında Halife Abdülmecid Efendi ‘nin Ser-karinliğine, iki yıl sonra da Hariciye Vekaleti Müsteşarlığı ‘na getirildi. Anadolu-Bağdat Demiryolları İdare Meclisi Azalığı ve Elektrik Şirketi İdare Meclisi Azalığı görevlerini de üstlendi.

Ahmed Hikmet 19 Mayıs 1927 günü karaciğer kanserinden öldü. Ahmed Hikmet’in edebiyat merakı daha lise yıllarında başlamıştı. Bu alandaki merakının, aileden gelen bir haslet olduğunu ifade eder. İlk olarak Asır Kütüphanesi Neşriyatı arasında çıkan Leyla Yahut Bir Mecnu ‘nun İntikamı yayınlandı. Daha sonra Fransızcadan Tuvalet ve Letafet ve Bir Riyazinin Muaşakası adlarında iki eser tercüme ettiyse de, Doğu ile Batı kültürünün çok farklı olduğunu görerek bir daha eser tercüme etmedi.

Servet-i Fünun devrinde, İkdam ve Servet-i Fünun dergilerinde yazdığı hikâye ve nesirlerini 1901 yılında Haristan ve Gülistan adlı eserlerde topladı. Bu iki eserinde Ahmed Hikmet Müftüoğlu, daha iyi tesir yapmak, gönülleri heyecanlandırmak için mübalağalı bir üslup kullandığını, ağır ve anlaşılması güç Servet-i Fünun dilini işlediğini ve hayal mahsulü konular anlattığını bizzat kendisi söyler. Kendisinin de ifade ettiği sebeplerden dolayı bu iki eseri fazla itibar kazanamamıştır.

İkinci Meşrutiyetten sonra, zamanın modasına uyarak o da Turancılık edebiyatı akımına uymuştur. Bu akıma bağlı olarak yazdığı yazıların büyük kısmım Çağlayanlar (1922) adlı eserinde toplamıştır. Bu eserinde yazar, an Türkçeciliğe yönelmiş, fakat bu defa da kelime uydurma ve Servet-i Fünun ‘dan kalma hayalcilikten kendini kurtaramamıştır. Gönül Hanım adlı romanı Tasvir-i Efkar Gazetesi’nde tefrika edilmiş ve 1970’de kitap olarak bastırılmıştır. Ahmed Hikmet, yazılarında daha ziyade kelime bulmaya ve üsluba dikkat ettiği için, konulara dikkat etmemiş ve bu yüzden zamanındakilerin ayarında bir edebiyatçı olamamıştır.

Eserleri: Patates (İlmî, 1890), Leyla yahud Bir Mecnun’un İntikamı (Hikâye, 1891), Tuvalet yahud Letafet-i Aza (Tercüme ve ilaveler, 1892), Bir Riyazinin Muaşakası yahud Kamil (Tercüme, roman, 1892), Haristan ve Gülistan (Hikaye, 1901), Gönül Hanım (Roman tefrikası, 1920), Çağlayanlar (Hikaye, 1922

Etiketler:

Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış.