Custom Search

Yer Adlarımızın Dili

19 Ocak 2013

Prof. Dr.  Hasan Eren

Şu son yıllarda Avrupa’da yer adlarıyla ilgili çalışmalar bağımsız bir bilim  kolu meydana getirecek kadar artmıştır. Bu yeni bilim koluna Avrupa dillerinde  toponymie adı verilmektedir.
Dil bilgisinin bu yeni kolu, yer adlarım yapı, anlam ve köken bakımlarından  açıklamaya çalışır. Bu çalışmalarda bütün yer adları, köy ve şehir gibi yerleşme  yerlerinin (yani eski tabirle meskûn yerlerin) adları, tabiî yer adları (yani  dağ, dere, tepe … adları) göz önünde tutulur. Toponymıe’nin dağ, tepe, bel,  sırt … adları üzerinde duran kolu oronymie, dere, çay, ırmak, göl… adlarını  ele alan kolu da hrydronymie adıyla anılır. Bu bakımdan Fransızca toponymie  adıyla anılan bu bilim koluna Türkçede yer adları bilgisi adını verebiliriz.
Son elli yıl içinde yer adları üzerinde birçok kimseler çalışmış, bu alanda  birçok araştırmalar yayımlanmıştır. Bu alandaki çalışmaların olumlu sonuçlar  vermesi toponymie araştırmalarında /in<juıstique, yani dil bilimi metotlarının  kullanmasıyla bir kat daha artmıştır. Bu metotlarla yapılan araştırmalar sonunda  foponyme’lerin, yani yer adlarının kelimelerden farksız olduğu anlaşılmış, yer  adlarının da kelimeler gibi fonetik kurallara uyduğu meydana çıkmıştır. Bundan  başka, bütün yer adlarının bir anlam taşıdığı da tespit edilmiştir. Buna göre,  bu adların verilmesinde de birtakım kuralların hâkim olduğu açıktır.
Toponymie alanında Fransa’da birçok kimseler çalışmıştır. Houze, Quicherat,  Cocheris, d’Arbois de Jubainvİlle, Auguste Longnon, Albert Dauzat… gibi.  1922’de Ecole deş Hautes Etudes’de Longnon’un yerine Dauzat geçmiş ve kısa bir  süre içinde pek çok toponymiste yetiştirmiştir. 1932’den başlayarak “Revue deş  Etudes Anciennes” dergisinde toponymie haber ve yazılarına yer verilmiştir.  1938’de Paris’te Uluslar arası I. Toponymie ve Anthroponymie Kongresi  toplanmıştır. Bu kongreye 20’ye yakın ülke katılmıştır. Bu kongre sonunda  Fransa’da bir Toponymie ve Arthroponymie Komisyonu da kurulmuştur. Sonraki  yıllarda Paris’te (1947) ve başka yerlerde (Bruxelles, 1949; Uppsala, 1952) bu  kongrelere devam edilmiştir.
Fransa’ya paralel olarak, toponymie çalışmalarının Belçika’da da geliştiğini  biliyoruz. Belçika’da yetişen toporıymıste’ler Fransa’daki yer adları üzerinde  de çalışmalardır. Örnek olarak A. Vincent’ın 1937’de çıkan Toponymie de la  France adlı eserini gösterebiliriz. Belçikalı toponoy miste’ler arasında  Vincent’dan başka, Carnoy, Vannerus, Van de VVijer’i de anabiliriz. 1926’da  Belçika’da bir Toponymie ve Diyalektoloji Komisyonu kurulmuştur. “Revue de  Dialectologie et de Toponymie” dergisi bu komisyon tarafından çıkarılmaktadır.
Toponymie çalışmaları İsviçre’de de büyük bir gelişme göstermiştir. İsviçre’de  bu alanda Jaccard ve Leş noms de lieux dans leş langues romanes (1930) yazarı  Ernest Muret’den sonra bugün Aebischer ve Hubschmied gibi seçkin bilginler  çalışmaktadır.
İtalyan toponymiste’leri arasında Battisti, Bertoldi, Bertoni, Olivieri, Pieri,  Serra … anılabilir. Genç İtalyan toponym/ste’lerinden Alessio, Lambroglia,  Pasquali de verimli çalışmalarıyla tanınmışlardır.
İspanya ve Portekiz’de de toponymie çalışmalarına büyük bir önem verilmiştir.  İspanya’da Griera ve Montoliu, Portekiz’de ise Leite de Vasconellos toponmiste  olarak ün yapmıştır.
Almanya’da da yer adları üzerinde ciddî araştırmalar yapılmıştır. P. Skok ve  Kaspers gibi bilginlerin çalışmalarından sonra, H. Gröhler (Über Ursprung uıd  Bedeutung der französischen Ortsnamen, Heidelberg, I. 1913, II, 1933),  Gamillscheg ve Schnetz’in bu alanda ciddî yayınlar yaptığını biliyoruz. Fransız  dilinin etymologique sözlüğünü yazmış olan Gamillscheg, Kuzey Fransa’daki Frank  yerleşmeleri üzerinde durmuştur. Schnetz ise “Zeitschrift für Ortsnamen,  forschungen” adlı dergiyi çıkarmıştır. 1925’te Münih’te çıkmaya başlamış olan bu  dergi, 1938’de “Zeitschrift für Namen Forschungen” adını almış, böylelikle  programını bütün özel adları kapsayacak ölçüde genişletmiştir.

Slav ülkelerinde de toponymie çalışmalarının eski bir geçmişi vardır. Büyük  slaviste Franz Miklosich, Slav yer adlarını yapı ve anlam bakımlarından ele  almıştır. Daha sonra Çekoslovakya, Polonya, Rusya, Yugoslavya ve Bulgaristan’da  da bu alanda birçok yayınlar çıkmış, dergilerde toponymie yazılarına geniş bir  yer ayrılmıştır. Çekoslovakya’da Antonın Profous Çek yer adlarını büyük bir  eserde toplanmıştır (Mîstnî jmena ve Gechâch… I – V. Praha, 1947 – 1960). Onun  toplamış olduğu adlara dayanan Vladimir Smilauer, Çekoslovakya’nın yerleşme  tarihini yazmıştır (Osîdleni Gech ve svetle mistnfch jmen. Praha, 1960).  Smilauer yalnız Çek alanında çalışmakla yetinmeyerek, ayrıca bütün Slav yer  adları üzerinde de durmuştur. Son olarak, Smilauer, Uvod do toponomastiky (nauky  vlastnich jmenech zemepisnych) (Praha, 1963) adlı bir eser de yaymıştır. Rus  dilinin etymologique sözlüğünü yazmış olan Max Vasmer, Rus yer adları üzerinde  durduğu gibi, Balkan topraklarındaki Slav yer adlarını da ele almış, Slav  dilleri bakımından büyük bir önem taşıyan Yunanistan’daki Slavca adları gözden  geçirmiştir. Slav ülkelerindeki bu çalışmalara Fin ve Macar s/auiste’leri de  katılmışlardır. Tanınmış Fin slaviste’i J. J. Mikkola’nın, Martti Râsânen’in bu  alandaki yayınları, Rus topraklarındaki Türk yer adlarına ait bilgilerimizi yeni  verilerle derinleştirmiş, zenginleştirmiştir. Bu alandaki çalışmaların uzun uzun  tanıtılması, bu konuşmamızın dar çerçevesine sığdırılamaz. Yalnız, bu yolda  küçük bir fikir vermek üzere, Prof. Mikkola’nın Volga adı üzerine yazmış olduğu  yazıları belirtmek isterim. Seçkin Fin bilgini, bu büyük ırmağın Rusça adının  Türkçeden geldiğini – sağlam verilere dayanarak ileri sürmüştür.
Fin bilginleri gibi, Macar slaviste ve Türkologları da yer adlarına sık sık  dokunmuşlardır. Bu yoldaki çalışmalarıyla büyük bir ün kazanmış olan Macar  bilginleri olarak J. Melich, J. Nemeth, I. Kniezsa ve L. Râsonyi’yi anmakla  yetineceğim. Seçkin Macar dil bilgini Z. Gombocz ile birlikte Macar dilinin  büyük etymologigue sözlüğünü yayımlamış olan Melich, dil çalışmalarında yer  adlarına büyük bir değer vermiştir. Lumtzer ile birlikte yazmış olduğu büyük bir  eserde, Macarcadaki Almanca kelimeleri gözden geçirirken Alman kökünden gelen  yer adlarını da ele almıştır. Sonra, Gombocz’la birlikte yazmış olduğu  etymologique sözlüğe Macaristan topraklarında rastlanan yer adlarını da  almıştır. O bakımdan bu sözlük, dünya ölçüsünde büyük bir yenilik getirmiştir.  Yazarlar, yalnız yer adlarıyla da yetinmemişler, sözlüklerine kişi adlarını da  almışlardır. Böylelikle, bu eserin değeri bir kat daha artmıştır. Prof. Melich,  bu sözlük yanında, Macaristan’daki yer adları üzerine başka eserler de  vermiştir. Onun bu yoldaki çalışmaları arasında Honfoglalâskori Magyarorszâg  adlı eseri, özel bir yer tutar. Melich, bu güzel eserinde, Macarların bugünkü  yurtlarına yerleştikleri sırada hangi uluslarla ilişki kurduklarını, bu  topraklarda hangi uluslarla karşılaştıklarını yer adlarına dayanarak tespite  çalışmıştır.

Macaristan’la Romanya arasında Transilvanya konusunda yapılan tartışmalarda da  yer adlarının tanıklığına sık sık başvurulmuştur. Bu tartışmalar özellikle  ikinci Dünya Harbinden önceki yıllarda sıklaşmıştı. Macarlar ve Rumenler  Transilvanya davasını daha çok toponym/e’ye dayanmak suretiyle çözmeye  çalışmışlardır. Böylelikle, toponym/e uluslar arası politikada büyük bir önem  kazanmıştır.

Türk toponymie’sine gelince: Bizde bu alandaki çalışmaların henüz başlangıç  evresinde bulunduğunu söyleyebiliriz. Prof. Fuad Köprülü, Türkiyat Mecmuası’nda  (I, 1925} çıkan bir yazısında (Oğuz etnolojisine dair tarihî notlar) “Oğuzların  muhaceret yollarıyla iskân sahalarındaki bilumum coğrafî isimler ve bilhassa köy  isimleri” üzerinde durmuştu. Köprülü’nün bu yazısı üzerine 1928’de H. Nihal ile  A. Naci, Türkiyat Mecmuası’nda (II) bir yazı yayımladılar (Anadolu’da Türklere  ait yer isimleri). Bu yazı, genel kurmay haritalarından toplanmış birtakım yer  adlarını kapsıyordu. Mehmet Şakir’in 1928’de çıkan bir yazısı ise Sinop ve  çevresinde Oğuzlarla diğer Türk zümrelerine ait köy adlarına tahsis edilmişti  (Halk Bilgisi Mecmuası, 1928). 1936’da İsparta Halk evi yayınları arasında F.  Aksu’nün İsparta ili yer adları adlı küçük bir eseri çıkmıştı. Bu eserde bir  yandan şehir, kent, köy, mahalle, semt, yayla, kışla ve çiftlik gibi yerleşme  adları, bir yandan da dağ, tepe, hüyük, bel, belen, sırt, etek, yamaç, seki,  boğaz, gedik, geçit, ırmak, dere, çay, pınar, arık, göl, gölet, düden … gibi  tabiî yer adları toplanmıştır. Aksu’nun bu eserinden sonra, Sırrı Üçer ile Mesud  Koman, Konya ili köy ve yer adları üzerinde bir deneme (Konya, 1945) adlı küçük  bir eser yayımladılar. Bu yayınlara ek olarak, İshak Refet Isıtman’m 1945’te  çıkan bir yazısını da sayabiliriz. Köy adları üzerine bir irdeleme (Türk Dili  Belleten, 1945) adı altında çıkan bu yazıda, Anadolu’da Türk ve özellikle Oğuz  boylarına ait yer adları üzerinde durulmuştur. Abdülkadir İnan, 1945’te çıkan  Anadolu’nun toponimisi ve Türk boylarının adları meselesi (Türk Dili Belleten,  1945) adlı yazısında, Anadolu toponymie’siyle ilgili yayınlan özet olarak  tanıtmakla yetinmiştir. Fuad Köprülü, 1925”te çıkan yazısından sonra da  muhtelif vesilelerle yer adlarından yararlanmıştır. Örnek olarak ‘halk şairi,  âşık’ anlamına gelen ozan kelimesinden bahsederken, Anadolu’da tesadüf edilen  Ozan, Ozanlar gibi yer adlarını vermiştir. Sonra, Uran kabilesine ait yazısında,  Anadolu’da yer adlarında kullanılan viran, ören kelimesine temas etmiştir.  Köprülü’nün bu yazısı üzerine ben de yer adlarında sık sık kullanılan bu ören  kelimesi üzerinde durdum (Türk dili ve tarihi hakkında araştırmalar. I. Ankara,  1950). Yakında çıkacak olan başka bir yazımda Ozan (ve Hozan) adlarını ele almış  bulunuyorum. Bu yazımda, yurdumuzun muhtelif yerlerinde tesadüf edilen Kozan  adının da Ozan biçiminden çıktığını ispata çalışacağım.

Köprülü’den başlayarak tarihçilerimiz Anadolu‘daki yer adlarını tarih bakımından  değerlendirmeye çalışmışlardır. Gerçekten Anadolu’da Oğuz boylarıyla ilgili  birçok yer adı vardır. Afşar (Avşar), Bayat, Bayındır, Beydili, Büğdüz,  Çavundur, Çepni, Dodurga, Döğer, Eymir, İğdır, Kargın, Kınık, Kızık, Salur,  Yazır, Yıva (veya Yuua), Yüreğil (Yüreğir veya Üreğil, Üreğir) gibi.

Yer adlarımızı köken bakımından iki büyük gruba ayırabiliriz: 1. Türk kökünden  gelen adlar; 2. Yabancı dillerden alınmış olan adlar.

Yabancı dillerden alınmış adlara Anadolu’nun birçok yerlerinde, özellikle sınır  bölgelerinde rastlamaktadır. Batı Anadolu’da kullanılan yabancı adlar daha çok  Rumcadan gelir. Doğuda kullanılan adların ise doğu dillerinden geldiği açıktır.

Bu konuşmamda daha çok Türk kökünden gelen adlar üzerinde durmak istiyorum.

Yer adlarının birçok ülkelerde politik sebeplerle değiştirildiğini biliyoruz. En  yakın bir örnek olarak Kıbrıs’ı gösterelim. Rumlar yıllardan beri sistemli  çalışmaları sonunda Kıbrıs’taki Türkçe yer adlarının çoğunu  Rumcalaştırmışlardır. Onların iştirakiyle İngiliz devrinde çıkan bir turistik  haritada yalnız bir Türkçe ad vardır: Gaziveran. Öbür Türkçe adlar silinmiş,  yerlerine Rumca adlar konulmuştur. 1959 yılında Kıbrıs’ta birkaç ay süren dil  araştırmaları yapmıştım. O fırsattan yararlanarak yer adlarını da toplamaya  çalışmıştım. Bu maksatla eski haritaları gözden geçirdim. Eski haritalarda pek  çok Türkçe yer adı olduğunu tespit ettim. Fakat bu adlar sonradan birer birer  değiştirilmiş, yerlerine Rumcaları konulmuştur. Meselâ Yayla adı bugün tamamen  unutulmuştur.

Oğuz boyları üzerinde dururken, yer adlarının tanıklığından yararlanmak  kolaydır. Örnek olarak, eski kaynaklarda Arap harfleriyle tespit edilmiş olan  boy adlarını bu adların yardımıyla kesin olarak okuyabiliriz. Oğuz boylarından  birinin adı tarihçilerce Dudurga diye okunuyordu (Vladimir Gordlevskiy de bundan  25 yıl önce çıkan Selçuklu tarihinde bu adı Dudurga biçiminde yazmıştır). Oysa  Anadolu’daki yer adlarına göre, bu adı Dodurga diye okumak lâzımdır.

Oğuz boylarından başka birinin adı eski yazmalarda biçiminde yazılmıştır.  Tanınmış bir Hollandalı bilgin, Houtsma (WZKM II) bu adı Boğdur diye okumuştu.  Macar Türkologlarından biri bu adı Bökedür diye okumuş ve İğdir, Bayındır,  Çavdar gibi boy adlarını göz önünde tutarak, bu adı böfce-dür biçiminde  açıklamıştır. Bu kelimenin kökü (böke) ona göre ‘güçlü, kahraman’ anlamına  gelmektedir. Oysa başka kaynaklar da bu ad diye yazılmıştır ve bu biçim  Anadolu’da kullanılan Büğdüz adlarıyla da desteklenebilir. Nitekim büyük Fransız  Sinologu Paul Pelliot da Büğdüz biçiminin doğru olduğunu ileri sürmüştür (Notes  sur I’histoire de la Horde d’Or. Paris, 1950. 194-195. s. 1. not).

Bu örneklerden anlaşıldığına göre, yer adları tarih çalışmalarında sağlam bir  dayanak olarak kullanılabilir. Fakat bu adlar bize yalnız eski boy adlarını  saklamakla kalmaz, ayrıca bu boyların yayılışı ve dağılışı üzerine de elimize  değerli ip uçları verebilir. Yalnız, yer adlarını bu bakımdan değerlendirirken,  birtakım prensipleri göz önünde tutmak lâzımdır. Tarihçilerimiz Oğuz boylarına  ait yer adlarını eskiden beri kullanmışlar ve bu adlar sayesinde tarih  kaynaklarındaki bilgileri bu boyların yayılışı ve dağılışı bakımından bütünlemek  istemişlerdir. Tarih kaynaklarında bu hususların açık bırakılması, yer adlarının  değerini bu bakımdan bir kat daha artırmaktadır. Tarihçiler – ad vermek  istemiyorum – Oğuz boylarına ait yer adlarının tanıklığına müracaat ederken  yalnız üzerinde durdukları boylara ait yer adlarını illere göre sıralanmakla  yetinmişlerdir.

İlk bakışta bu tutum tabiîdir. Gerçekten bu toponyme’ler boyların durumu üzerine  bize bir fikir verebilir. Fakat bu adlar ancak bu boyların birtakım kollarının  dağılışını gösterebilir. Bütün boyun yerleştiği alanda o boyun adım taşıyan yer  adlarının meydana gelmesi beklenemez. Geniş bir çevre düşünelim. Bu çevreye  Afşar boyunun yerleştiğini kabul edelim. Şimdi, bu çevrenin sınırları içinde  Afşar, Afşarlar, Afşarlı gibi bir yer adının hiçbir anlamı olamaz. Çünkü yer  adı, en kısa şekilde belirtilmiş bir adres demektir. Yalnız Afşar boyunun  yerleşmiş olduğu bir çevrede A/şar veya Afşarh biçiminde bir yer adı, hiçbir işe  yarayamaz. Fakat Afşarlarm toplu olarak yerleşmiş bulundukları çevrede Bayat  veya Bayındır boyuna ait küçük bir yerleşme yerine Bayat, Bayatlı, Bayatlar veya  Bayındır, Bayındır/ı, Bayındır/ar gibi bir ad yerilebilir ve bu ad, her bakımdan  bir adres olarak kullanılabilir.

Şu hâlde, tarih araştırmalarında yer adlarının tanıklığına müracaat ederken bu  hususun göz önünde tutulması şarttır.

Toponyme’lerde yalnız boyların adları kullanılmamıştır. Yer adlarında kişi  adlarına dayanan pek çok örnek de vardır: Ahmet, Ahmetler, Ahmetağa, Ahmetağıh,  Ahmetbey, Ahmetçavuş, Ahmetdağı, Ahmetdamları, Ahmetdede, Ahmetefendi, Ahmetli,  Ahmetoğlu, Ahmetpaşa, Ahmetpmarı, Ahmettepesi, Ahmetyeri, Karaahmet,  Karaahmetler, Karaahmetağa veya Mehmet, Mehmetağa, Mehmetalan, Mehmetbey,  Mehmetbeyli, Mehmetbeyobası, Mehmetçavuş, Mehmetpaşa, Karamehmet, Karamehmetler…  gibi.

Yayla, kışla, oba, çiftlik, köy… gibi yerleşme yerlerine ad verilirken, o  yerin tabiî durumu da göz önünde tutulmuştur: Bel, Belen, Belenalan, Belenhan,  Belenköy, Belenören, Belenyayla, Dere, Derealan, Derebağ, Derebahçe, Dereçukuru,  Deredam, Derekuyu, Dereyayla, Dereyolu, Deretarla, Dereoua, Eğridere, Karadere,  Akdere, Gökdere, Pınarbaşı, Subaşı, Dağdibi, Gedik, Gedikönü, Çamardı, Çamönü,  Gökbel, Gökboyun, Göksu… gibi.

Toponyme’lerde o çevrede yetişen bitki adlarından veya o çevrede yaşayan hayvan  adlarından da yararlanılmıştır. Örnekler: Söğütlü, Söğütlük, Kavaklı,  Kavaklıdere, Söğütözü, Çamlıca, Akçam, Karaçam, Gökçam, Karaağaç, Kızılağaç,  Kızılelma, Kızılılgın, Sankavak, Sarıçiçek, Sarısöğüt, Yeşilkavak, Elmalı,  Ayvalı, Ayvacık, Ahlatlıbel, Kızılcık, Kızılcıktı veya:
Tavşanlı, Akdoğan, Karadoğan, Kuşlu, Kuştepe, Güvercin, Güvercinlik, Turna,  Turnadere, Turnagöl, Turnasuyu, Kargabük, Kargakonmaz, Kargasekmez, Kurt,  Kurtbeli, Kurtdere, Kurtboğaz, Kurtkuyusu, Kurtluca, Kurttepe, Koyunlu, Kuzuluk,  Koçluca, Tokluağıl, Toklucak, Akkoyunlu, Karakoyunlu, Keçili, Karakeçili,  Öveçli, Öveçağılı, Öveçyatağı, Geyikli…

Yukarıdan beri saydığım adlardan da anlaşılacağı gibi. yen adlarında renk  adlarının da önemli bir rolü vardır: Akkavak, Karakavak, Aktaş, Karataş, Göksu,  Gökçebel, Sarıtaş, Kızıltoprak…

Bunlardan başka, meslek adlarıyla yapılmış yer adlarımız da çoktur: Demirci,  Sütçüler, Ayrancı, Yoğurtçuçayırı, Sirkeci, Çerçiler, Çerçili, Boyacı, Ancı,  Kuzucu, Koyuncu, Saraç, Saraçlar, Eyerci, Samancı, Elmacı…

Tarihî olayların hatırasını saklayan yer adları arasında Sırpsındığı adını  anabiliriz.

Toponyme’lere ait örneklere burada son veriyorum. Çünkü amacımız eksiksiz bir  sınıflama yapmak değildir.

Yer adlarımız arasında bugün unutulmuş birtakım kelimeler, güzel Türkçe  kelimeler de vardır. İşte birkaç örnek:

Tanınmış Polonyalı Türkolog Tadeusz Kowalski, bundan kırk yıl önce küçük bir  yazı yayımlamıştı. Bu yazısında, Anadolu diyalektolojisi alanında çalışırken,  Pelitözü, Söğütözü, Özbaşı, Özlüce gibi birtakım yer adları tespit ettiğini  belirtiyor, fakat bu adlarda kullanılmış olan öz kelimesinin Türkçe sözlüklerde  (Kamus-i Türkî’de) geçmediğini ilâve ediyordu. Prof. Kowalski, bu kelimenin  ‘dere’ anlamına gelmesi gerektiğini de ileri sürüyordu. Anadolu’da yapılan  derlemeler sonunda, Kovvalski’nin gözüne çarpan öz kelimesinin, yurdumuzun  birçok yerlerinde kullanıldığı tespit edilmiş ve bu kelime TDK’nin çıkarmış  olduğu sözlüğe de alınmıştır.

Bunun gibi, Anadolu’da kullanılan yen adlarını gözden geçirirken Sinop,  Zonguldak ve Kastamonu illerinde soku kelimesinin yer adlarında sık sık  kullanıldığını gördüm: Soku, Kozsökü, Sulusökü, Güzsökü, Avlağısökü, Alasökü,  Kestanesökü, Kirazsökü, Orta Soku, Aşağı Soku, Yukarı Soku, Sökücük, Sokuveren,  Söküler, Söküçayırı, Aksökü, Başsökü, Çukursökü, Güneysökü, Kuzsökü, Osmansökü,  Kazmasökü, Sarısökü.

Bu verilere göre, soku adının Sinop, Zonguldak ve Kastamonu illerinde kullanılan  bir kelime olduğu anlaşılıyor. Benim tahminime, hatta daha kesin bir tâbirle  söyleyelim, fikrime göre, soku kelimesi ‘ormandan açılan tarla, açma’ anlamına  gelmektedir. Bu anlamda Anadolu’da muhtelif kelimeler kullanıldığını biliyoruz.  Birkaç örnek: göynük ‘orman sökülerek veya yakılarak yapılan tarla’. (Bilindiği  gibi, bu kelime yer adı olarak da kullanılmıştır. Bolu, Kastamonu, Kütahya  illerinde Göynük adlı yerler vardır. Ayrıca Göynükbe/en, Göynükçukuru,  Göynük/er, Göynük/ü, Göynükören, Göynükseki gibi biçimler de tespit edilmiştir.)  Sinop ilinde tarla yapmak için ormanda yakılan yerlere kök/ük adı da verilir.  Orman yakılarak veya kesilerek açılan tarlalara. Adana ve Konya çevrelerinde  hopur adı verilir. İçel çevresinde Hopur adlı bir köy vardır. Adana çevresinde  ört/ek diye bir kelime tespit edilmiştir, anlamı ‘ormanı yakarak açılan  tarla’dır. Başka bir kelime: kırık ‘ormandan açılmış tarla’ (Samsun, Ordu).  Tokat ilinde kırık yeri-‘ne kırma kelimesi kullanılmaktadır. İçel çevresinde  ‘ormandan açılan tarla’ anlamında kullanılan keleme kelimesi de tespit  edilmiştir. Zonguldak, Tokat ve Kastamonu illerinde ‘ormandan açılan tarla’  anlamına gelen ilit kelimesi kullanılmaktadır. Giresun ilinde ise Ilıt adını  taşıyan bir köy vardır. Ormanları yakarak, keserek veya sökerek açılan tarlalara  verilen birtakım adlar daha vardır : Antalya ve İçel çevrelerinde kullanılan  ütük kelimesi gibi : ‘ormandan yakılarak açılan yer, tarla’. Bu kelime de  Kocaeli, Tokat ve Sivas illerinde yer adı olarak kullanılmaktadır: Ütük,  Ütükyurdu. Sinop ve Samsun illerinde ormandan açılan yeni tarlalara sökme adının  verildiğini biliyoruz. Son olarak, Kastamonu köylerinde ekim için boz yerden  veya ormandan açılan tarlaya söküntü de denir. Şu halde, soku kelimesinin de —  sökme ve söküntü kelimeleri gibi — ‘ormandan açılan tarla’ anlamına geldiği  açıktır.

Dum/upmar adında da eski bir Türkçe kelime saklanmıştır. Türkiye’de Meskûn  Yerler Kılavuzu’na göre, Kütahya, İzmir, Çankırı, Aydın ve Ankara illerinde Dum/upınar  adını taşıyan meskûn yerler vardır. İzmir, Antalya, Eskişehir ve Samsun’da ise  Dumluca adında birer köy vardır. Bütün bu adlarda eski Türkçede kullanılmış olan  bir kelime saklanmıştır: dum/u < tum/uğ ‘soğuk’. Buna göre, Dum/upınar adı ‘Soğukpmar’  anlamına gelmektedir. Nitekim Anadolu’nun birçok yerlerinde bugün Soğukpınar,  Soğuksu, Soğukkuyu gibi adlar vardır.

Çanakkale, Manisa, Sinop, Giresun gibi illerimizde Yaykın adını taşıyan birtakım  köylere rastlanmaktadır. Bu köy adlarında ‘kızılağaç’, ‘dağ tepelerinde veya  dere kenarlarında birkaç dönüm büyüklüğünde olan düzlük’, ‘çay kıyısında veya  çukur yerlerde olan tepecik’ anlamlarına gelen Türkçe yaykın kelimesi  saklanmıştır.
Giresun ilinde Ya/ç adını taşıyan bir köy vardır. Türkiye’de Halk Ağzından Söz  Derleme Dergisi’ne göre, Giresun çevresinde bu kelime ‘balta girmemiş orman’  anlamında kullanılmaktadır.

Yazı dilimizde yay/a ve kışla (veya yay/ak ve kışlak) kelimelerini kullanırız.  Bu kelimeler yaylamak ve kışlamak kökünden çıkmıştır. Kışlamak kelimesinin kış  kökünden geldiği açıktır. Yaylamak kelimesi ise ‘yaz’ anlamına gelen yay  kökünden yapılmıştır. (Türkçe yay, Anadolu’nun birçok yerlerinde ‘yaz’ anlamında  kullanılmaktadır.) Anadolu’da Yay la ve Kışla adıyla anılan birçok yerler  biliyoruz. Bu adlar yanında Afyon.
Antalya, Balıkesir, Tokat illerimizde Güzle adında birçok köyler vardır. Bu ad  da yayla ve kışla gibi güzel bir kelimedir ve ‘güzün oturulan yer’ anlamına  geldiği açıktır.

Bunun gibi, Muğla, İsparta illerinde ise Yazla adında birkaç köy vardır. Şu  hâlde, bu ad da ‘yazm oturulan yer’ anlamına gelen yeni bin kelimedir.

Yer adlarımız yalnız zengin Türkçeyi saklamakla kalmaz. Türk halkının dilinde  doğan bu adiar, aynı zamanda güzel Türkçeyi ve özlemini duyduğumuz sağlam  Türkçeyi, öz Türkçeyi dile getirir. Yurdumuzu süsleyen bu adlarda bir şiir  havası eser, şiir kokar, toprak kokar, yurt kokar… Çamlıbel veya Çamlıca gibi  bir ad, size bir çam ormanının güzelliğini duyurmaz mı? Soğukpmar, Soğuksu veya  Dumlupmar adında yazın susuzluğunu gideren bir hava yok mudur? Çınarpınar adı  bir şiir kadar güzel değil midir? Karagöl, Aladağ veya Göksu adlarında büyük bir  renk zenginliği gözümüzün önüne gelmiyor mu? Güllüce, Gülpınar, Ihlamur, Akçiçek,  Çiçekpmar… adlarında burcu burcu yurt kokmaz mı? Elmalı, Ayvalık, Ayvacık,  Bademli veya Payamlı, Kirazlıyayla, Kızılakçukuru, Armutlu, Ahlatlıbel,  Üvezpınarı, Fındıklı, Erikli gibi adlarda toprağın verdiği renk renk yemişler  dile gelmiyor mu? Kavaklıdere, Söğütözü, Meşebükü, Gürgenpmarı, Çamalan,  Ardıçbeli adlarında bir orman serinliği duyulmaz mı?

Bu örnekleri artırmak kolaydır. Fakat benim amacım, yer adlarımızın bütün  güzelliğini uzun uzun sayıp dökmek değildir. Burada daha çok yer adlarımızın,  özlediğimiz temiz Türkçeyi, sağlam Türkçeyi sakladığını belirtmek istiyorum.

Aydınlarımızın diline Arapçadan, Farsçadan birtakım kelimeler geçmiştir. Türkçe  ak kelimesi varken beyaz kelimesini veya Türkçe kara kelimesi dururken siyah  kelimesini almış bulunuyoruz. Fakat halk, bu kelimeleri kabul etmemiş,  benimsememiştir. Bu bakımdan yer adlarımızın bize verdiği ders çok öğreticidir:  Akağıl, Akarmut, Akbaş, Akbayır, Akbel, Albelen, Akbıyık, Akboyun, Akbulak,  Akçakışla, Akçaalan, Akçabük, Akçaelma, Akçakavak, Akçakent, Akçakoca, Akçakoyun,  Akçaköy, Akçal, Akçalı, Akçam, Akçaova, Akçaören, Akçapmar, Akçay, Aksu, Aktaş,  Akdoğan, Akhisar, Aksakal, Aktepe… gibi binlerce yer adımız var. Buna  karşılık, yurdumuzda Beyazarmut, Beyazkoyun, Be-yazkışla, Beyazalan gibi bir yer  adına rastlanamaz. Çünkü Türk dilini yaratan ve yaşatan halk beyaz kelimesini  benimsememiştir. Akdeniz adı bu ulusun malıdır, Beyazdeniz aydınların eseridir.

Kara kelimesinin yanındaki siyah kelimesi de yalnız aydınların dilinde  kalmıştır. Halk bu kelimeyi de kullanmamıştır. Yer adlarında yalnız Türkçe kara  kelimesi kullanılmıştır: Karaköy, Karaağaç, Karaağıl, Karaahmet, Karaali,  Karaayıt, Karabağ, Karabalçık, Karabalta, Karabaş, Karabayır, Karabel, Karabelen,  Karabey, Karabıyık. Karaboğaz, Karabörk, Karabucak, Karabulut, Karabük, Karaca,  Karacaağaç, Karaardıç, Karacabey, Karacakaya, Karacaören, Karaçam, Karaçay,  Karasu, Karaçukur, Karaçal, Karaçalı, Karadağ, Karadere, Karadoğan, Karagöl,  Karadut, Karagöz, Karagömlek, Karahan, Karaharman, Karahisar, Karain, Karakaya,  Karakaş, Karakışla, Karakız, Karakuz, Kara-köprü, Karakiraz, Karakoç,  Karakoyunlu, Karakuyu, Karakuzu, Karakütük, Karapınar, Karaorman, Karaoluk,  Karasu, Karasakal, Karaseki, Karatepe gibi yer adları arasında Siyahtepe,  Siyahsu, Siyaholuk diye bir tek yer adı yoktur. Şu hâlde, siya/ı kelimesi de  ancak dar bir çevrede, ancak aydınların dilinde kalmış, Türk topraklarında dal  budak salmamıştır.

Bunun gibi, Türkçe kızıl kelimesi yanında kırmızı kelimesi de yayılamamıştır.  Kızılelma, Kızılağaç, Kızılalan, Kızılbel, Kızı/bey, Kızı/burun, Kızı/geçit,  Kızılgöl, Kızı/deniz, Kızı/dere, Kızı/toprak, Kızı/kaya, Kızı/kurt, Kızı/taş,  Kızı/ören, Kızı/öz…

Türkçe gök kelimesi varken mavi kelimesini kullanmaya lüzum var mıdır?  Aydınlarımız maui gözden bahsederler, fakat halk gök göz der, Gökbel, Gökbelen,  Gökçeören, Gökgöl, Gökfcaya, Gökpınar, Gökseki der, Gökkaya, Gökyar, Göktepe,  Göksu der, fakat aydınlar Mavi Nil ve “Mavi Tuna” derler. Göknil ve Göktuna daha  güzel ve daha Türkçe değil midir?

Demek ki yer adlarımızdan türlü türlü dersler alabiliriz. Her şeyden önce Türkçe  sevgisini, Türkçe saygısını, Türkçe duygusunu, Türkçe ölçüsünü, Türkçe tadını bu  adlardan öğrenebiliriz.

Toponymiste’ler toponymie’yi bazen “toprağın dili” diye tarif ederler. Yukarıdan  beri verdiğimiz örneklere göre, bu toprağın dili Türkçedir. Türkçe, sağlam  Türkçe, zengin Türkçe, güzel Türkçe, öz Türkçe …

Epeyce uzamış olan bu konuşmayı burada bitiriyorum. Yalnız, son söz olarak bir  dilekte bulunmak istiyorum. Türk Dil Kurumu Anadolu’da kullanılan kelimeleri  derleme ve eski yazılı kaynaklarımızı tarama alanında olumlu çalışmalar  yapmıştır ve yapmaktadır. Bu verimli ve faydalı çalışmalara ek olarak  yurdumuzdaki yer adlarının – bu kavramın en geniş anlamıyla – derlenmesi ve  yayımlanması, başlangıçtan beri üzerinde durduğumuz gibi, dilimizin  zenginliğinin ve güzelliğinin anlaşılması, gün ışığına çıkması için çok büyük  bir yardımcı olacaktır. Bu yolda bütün arkadaşların Türk Dil Kurumuna yardım  etmeyi ulusal bir borç sayacaklarına inanıyorum.

Etiketler:

Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış.